23 Şubat 2009 Pazartesi

Kreator - 22 Şubat 2009 - Riga



Kreator, 2009 tarihli Hordes of Chaos albümü sonrası konser turneleri kapsamında Riga'ya geleceğini duyurdu. Benim gibi uzun süreden beridir konserlere gidememiş thrash metal tabanlı biri için Kreator grubunun Riga'daki konseri ilaç niteği taşıyordu. Tarihlerinde ilk kez Riga'ya gelen grubu kalabalık sayılabilecek (900-1000 kişi arası) bir çoğunluk izledi. Alt gruplardan ilkinin sonuna yetiştim. Pek beni sarmayan flütlü kemanlı folklorik death zart zurt metalden sonra, Caliban grubu sahneyi aldı. Açıkçası TC'deki performansları çok daha iyiydi. Belki seyircinin metalcore olayına uzak olması da bu sonucu doğurmuş olabilir. Ölüm duvarını bile başarıyla yapamadılar. Daha vokalist işareti vermeden seyirci birbirine girdi. Tekrar baştan aldılar.Vokalist "1-2-3-4 diyeceğim ve öyle pogoya başlayacaksınız" emrini verdi. Yapmacık bir durumdu. Günün pörtleyen traji-komik olayıydı. Yeterince güldüm.

Kreator ses sistemi halledildikten sonra seyirci sıkılmadan kısa süre sonra ışıkların kararmasıyla intro ile girdi ve ardından hız kesilmeden Hordes of Chaos ve Warcurse birbirine bağlı olarak devam etti. Seyirci açıkçası son albümü iyi bilmediğini belli etti. Şarkılara eşlik eden fazla kişi yoktu. Bu iki şarkının ardından Mille seyirciye merhaba dedi. Biraz konuştuktan sonra Extreme Aggression ve Phobia thrash metal rüzgarını estirmeye devam etti. Açıkçası bu iki şarkıda biraz kıpırdanmalar vardı. Brezilyalı arkadaşım Felipe ile ben, hayretler içindeydik. Seyircinin konseri tiyatro izler gibi oluşu ikimizi de hüzünlendirdi. Benim Phobia sonrası sesim çoktan kısılmış ve boynum ağrımaya başlamıştı halbuki. Pek bilmediğim Voices of the Dead sonrası Mille çok güzel ve gaza getirici bir konuşma yaptı. Seyirciye Riga'da inananların çok olduğunu duyduğunu söyledi. Ardından seyirciler arasında inanmayanların olup olmadığını sordu. O anda Enemy of God diye Felipe'yle birbirimize seslendik. İzleyenlerin büyük bir kısmı inanmadıklarını belli edince, Mille'nin kışkırtıcı sözleriyle Enemy of God ortamı yıkmaya yetti. Seyirci bu şarkıdan sonra konserden çok daha fazla zevk almaya başladığını gösterdi. Son albümden destroy what destroys you ve Pleasure to Kill vücuttaki adrenali yüksek tutmaya devam edince, Electrocute olarak bizim de favorilerimizden People of The Lie parçasında tüm ahali şarkıya eşlik etti. Bu şarkı kanımca konserin her açıdan en iyi performansıydı. Mille arada bir seyirciyi ateşleyerek çeyrek asırdan fazla olan tarihlerindeki hitleri Kreator ardı arkasına çaldı. Coma of Souls, Violent Revolution, eskilerden Terrible Certainty ve Betrayer ile sahneden indiler. Seyircinin Kreator çığlıkları arasında bise gelip Son albümdeki favori parçalarımdan Amok Run ardından Riot Of Violence ve Flag of Hate ile konser bitti.

Konseri teknik olarak incelersem, dekorların çok sade kaldığını söylemeliyim. Biraz daha görselliğe önem verilebilirdi. Davulların arkasındaki Hordes of Chaos albüm posteri bile belli belirsizdi. Ses sistemi ve ışıklandırmalar ise taktirimi kazanmasını bildi. İstanbul'da yapılan metal konserlerin çoğunda becerilemeyen ses sistemini 5 dakika içinde hallettiler. Seyirci de sıkılmadan damarlarında hissetmeye alışık olduğu yüksek sesli müziği rahat bir şekilde dinledi. Sadece bazı şarkılarda lead gitar kayboldu ki tahammül edilebilir bir aksaklıktı. Işıklandırmaların ise profesyonelce olduğunu söylemeliyim. Hastalığı anlatan kısımlardan sarı, kanı vurgulayan kısımlarda kırmızı ışık tercihi konser atmosferine çok olumlu yansıdı. Teknik bakımdan konser notum on üzerinden dokuz.

Seyirciye gelirsek konserin büyük bir kısmını sessiz sedasız izlemeleri, sadece ön taraftaki 100 kişinin gerçekten eğleniyor oluşu üzücüydü gerçekten. Felipe bu duruma alışık olduğunu söyledi bana. Niye diye sorduğumda ise Talin'deki Whitesnake konserinden bashetti. Konser sırasında büyük ekrandan futbol maçı yayınlamaya başlamışlar. Seyirci de başlamış maçı izlemeye. Vokalist David Coverdale de sahnede şaşırmış bir şekilde neler olup bittiğini öğrenmeye çalışmış. Seyirciyi azarlayınca futbol yayını durdurulmuş. Kesinlikle büyük bir fiyasko. Sanırım baltık ülkelerindeki metalci kesim çoğunlukla folklorik ve black metalle ilgileniyor. Yine de konserin sonlarında seyircideki kıpırdanmaları ve şarkılara eşlik etmelerini hesaba katarsak on üzerinden altı buçuk veriyorum.

Kreator'un performansına gelirsek, davulcu Jürgen ile vokalist Mille'yi bir tarafa, gitarist Sami ile basçı Christian'ı diğer tarafa koymak gerekir. Gitarist ve basçı konser boyunca birkaç parça dışında kafa bile sallamadılar. Konser bitse de gitsek havasındaydılar. Sanırım ya çok yorgundular ya da başka sorunları vardı. İlk kez geldiğiniz bir şehirde performansınızla seyirciyi etkilemelisiniz ki bir sonraki gelişinizde sizi daha büyük bir kitle izlesin. Sanırım seyirciden iyi elektrik alamadılar. Akdeniz ve Latin Amerika ülkelerindeki konserlerinde çok daha iyi bir performans gösterdiklerini biliyorum. Diğer taraftan Mille çok profesyonel bir frontman. Seyirciyi nasıl gaza getireceğini çok iyi biliyor. İzleyenleri sorularıyla bir yandan düşündürdü bir yandan da konserin içine çekti. Vokali çok yırtıcı ve çok güçlü. Dört dörtlük bir adam. Davulcu Jürgen ise görülmeye değecek bir performans sergiledi. Tuşeleri çok sağlamdı. Konseri hatasız tamamladı diyebilirim. Riot of Violence da vokallere geçmesi de çok güzeldi.Davul çalıp şarkı söylemek gerçekten zor bir iş. Her ne kadar TC'de iki kere izlemiş biri olarak buradaki performansını vasat bulsam da Kreator profesyonel bir çıkardı diyebilirim. Performanslarına yedi veriyorum ve genel olarak konserin notunun on üzerinden yedi oldğunu düşünüyorum. Mart ayında Soulfly gelecek, sabırsızlıkla bekliyorum.

Kreator:
Miland 'Mille' Petrozza - vokal/gitar
Sami Yli-Sirniö - gitar
Christian 'Speesy' Giesler - bas
Jürgen 'Ventor' Reil - davul

Playlist:
01. Intro
02. Hordes Of Chaos
03. Warcurse
04. Extreme Agression
05. Phobia
06. Voices Of The Dead
07. Enemy Of God
08. Destroy What destroys you
09. Pleasure To Kill
10. People of The Lie
11. Coma of Souls
12. Violent Revolution
13. Terrible Certainty
14. Betrayer
15. Amok Run
16. Riot of Violence
17. Flag of Hate

29 Aralık 2008 Pazartesi

Catamenia - VII The Time Unchained

"Catamenia'nın Black Metal ile İmtihanı"

Artık Finlandiya'yı black metal ya da melodik death metal gruplarından ziyade gotik metal/rock grupları ile anar olduk. Yine de uç noktalarda metal dinlemek isteyenler için Finlandiya önemini bir nebze de olsa koruyor.

Catamenia ise ülkenin melodik black metal adına en büyük kültür ihraçlarından bir tanesi. 2006 yılında çıkan (sitemizde kritiği de bulunan) Location:Cold albümü ile ciddi bir yükseliş ivmesi kazanan grup aradan geçen iki yıl sonrasında The Time Unchained ile müzik listelerimizde yerini aldı.

Catamenia'ının dünü ve bugünü hakkında, özellikle de black metal klişelerinden imaj ve ses bazında nasıl kurtulduklarını Location:Cold eleştirisinde yeterince konuşmuştuk. Kısa bir özet yapmak gerekirse ayakları yere basan, ne yaptığını bilen ve doğal gözüken (duyulan) bir grup Catameina son bir kaç yıldır. Bu albümle anlıyoruz ki bu tavırlarını artık değiştirmeye de pek niyetleri yok.

Catamenia geçtiğimiz dört albüm boyunca ciddi bir olgunlaşma süreci geçirdi. Komik sayılabilecek imajdan uzaklaştı, müziğinde klavyeyi geri plana çekti, lead gitarları daha ön plana çıkardı, temiz vokalleri müziğine dahil etti, şarkıları daha melodik hale getirdi ve en önemlisi daha kulak dolduran melodiler ile müzik icra etmeye başladı. Tüm bunları dinamik bir black - melodik death alt yapısı üzerine kurdu ve sonuç olarak Location:Cold gibi bir başyapıta imza attı.

The Time Unchained ile Catamenia'nın melodik müzik ile evrimi ve black metal kökeni ile sınavı devam ediyor diyebiliriz. Herşeyden önce grubun müziğini kendi belirlediği rota üzerinden geliştirme konusundaki kararlığı takdire şayan bir durum. Catamenia'nın ilk albümü ile son albümü arasında elbette ki görmezden gelinmesi mümkün olmayan, büyük farklılıklar var. Fakat Fin topluluğun bugün icra ettiği müziği analiz edince; ilk albümlerdeki armonilerin, melodilerin izlerini bulmak gayet mümkün. Bu da bu adamların müziğindeki farklılığın sadece değiştirmekten ibaret olmadığının, söz konusu olanın gelişim olduğunun güzel bir kanıtı.

Grubun sekizinci albümü The Time Unchained'e göze çarpan ilk şeylerden bir tanesi gitarların daha melodik oluşu. Akabinde ise black metal grind/blast partisyonlarından uzak duran, onun yerine yoğun cift kroslar ile tansiyonu yüksek tutan davullar dikkati çekiyor. Ama hepsinden önemlisi temiz vokallerin yoğunluğundaki artış olsa gerek.

Topluluk eskiden beri şarkılarında temiz vokali kısa pasajlar olarak kullanıyordu. Location:Cold ile temiz vokale şarkılarında daha fazla rol verir oldular. Hatta grup kayıtlarda birlikte çalıştıkları vokalisti kadrosuna bile aldı. Bunun sonucunda da The Time Unchained'de her şarkıda temiz vokal kullanıldı.

Catamenia'nın temiz vokal kullanan diğer black metal grupları ile arasındaki bence en önemli fark, temiz vokalleri gotik ya da aryamsı kullanmak yerine, daha rock/power metal denizinde yüzen bir stil tercih etmeleri oluyor. Üstelik vokalistlerinin sesinin de iyi oluşu, temiz vokallerin şarkılara ciddi bir etki sağlıyor. Neredeyse tüm şarkılarda, şarkıların en güzel yerleri temiz vokallerin olduğu yerler oluşturuyor.

Tabi temiz vokal kullanımı ve biraz daha eli yüzü düzgün bir grup olma yolunda ilerleyiş sanırım şarkı trafiklerinde biraz daha muhafazakar olmaya itiyor topluluğu. Kabaca tüm şarkıların nakarat üzerine kurulu olduğunu söyleyebilir. Fakat grubun şarkıları yazarken bol rif kullanması ve zengin melodiler bulması, daralmaya başlayan kalıpları arasında sizi baştan sonra bir rif dinlemek zorunda bırakmıyor. Evet biraz black metalden uzaklaşıyoruz bu anlamda ama bu çok da kötü bir şey olmasa gerek.

Evet, Catamenia sekizinci albümünde belki de varlığını daha önce hissettirmeyen bir black metal imtihanı yaşıyor. Şurası bir gerçek ki Catamenia bir çok black metal grubuna nazaran oldukça melodik ve temiz bir müzik yapıyor. Özellikle daha nakarat ağırlıklı trafikler tercih etmiş olmaları ve vokal paylaşımında temiz vokallerin kendine daha fazla pay çıkarması grubun Location:Cold'aki kadar black metal çizgisinde bulunmasına izin vermiyor (Fallen adlı klasik rock balladı denemesi de bu duruma tuz biber oluyor). Üst satırlarda da değindiğim gibi bu durum benim için ciddi bir sakınca teşkil etmiyor.

Çünkü tarzını nasıl betimlerseniz betimleyin, Catamenia The Time Unchained ile oldukça zengin, sürükleyici, akılda kalıcı ve dinamik bir müzik icra ediyor. Bu da albümü benim için yeterince değerli kılıyor. Şu an düşününce sanırım Location:Cold benim için daha etkileyici bir albümdü diyebilirim. Ama Catamenia'nın yine de doğru bir yolda ilerlediğini düşünüyorum. Belki dört beş albüm sonra Fin tarzı gotik metal icra etmeye bile başlayabilirler, eğer gelişmelerindeki tutarlılığı korurlarsa eminim o zamanda çok iyi albümler yaparlar.

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Keep of Kalessin - Kolossus (2008)

"Black Metal Başyapıtı"

2006 yılının en iyi black metal albümlerinden bir tanesi olan Armada'dan sonra Norveçli grup Keep of Kalessin'den beklentilerim çok değişmişti. Grubu biraz tanıyanlar Armada öncesi ile Armada arasındaki farkı çok rahat gözlemleyebilmişlerdir. Sanırım bu büyük değişimi tek fark eden dinleyiciler olmamış, zira grup 2007 yılının sonlarına doğru Avrupa metal müzik piyasasının major firmalarından bir tanesi olan Nuclear Blast ile anlaşma imzaladı ve grup için yükseliş devri başladı.

Ve sonrasında günler günleri, aylar ayları kovaladı ve Kolossus müzik arşivlerimizdeki yerini aldı.

Armada sonrasında Armada tadında bir albüm bekliyordum, bunu kabul ederim. İyi bir albüm olacağından şüphem yoktu, çok seveceğimi biliyordum. Hatta Kolossus için heyecanlıydım ama inanın bana bu kadarını beklemiyordum.

Biri intro olmak üzere dokuz şarkıdan oluşan Kolossus albümü üzerinde taşıdığı epik hava ile takip ettiğim tüm metal yayınlarında epic black metal albümü olarak tanımlanmış. Kısmen katılabilirim bu tanıma, zira albümün başından sonuna kadar anlatılışına şahit olduğumuz bir hikaye var. Vokal dinamiği, vokal dinamiğinin gitar rifleri ile uyumu albümü bir solukta dinlenen bir serüven haline getiriyor ve bu akıcı -heyecanlı- ruh hali dinleyicide büyülü bir dünyaya konuk olma hissi uyandırıyor. Fakat bana sorarsanız Keep of Kalessin avant - garde black metal icra ediyor.

Avant - garde tanım olarak, kabaca kalıp dışı anlamına geliyor. Keep of Kalessin benim bildiğim black metal öğelerini, bilmediğim çalgılar ya da örneklemeler ile zenginleştirmek yerine, kalıpların içinde kalarak onları genişletmeyi, hatta bilakis sınırlarını belirsiz hale getirmeyi tercih ediyor. Bu sayede gayet yenilikçi bir müzik yapmalarına rağmen muhafazakar dinleyicilerinde kalbini kırmamayı başarıyor.

Vokal partisyonlarından, gitar riflerine kadar müziğin her bileşeninde hissedilen özen ve dengeli deneysellik Kolossus'un en önemli özelliği. Yer yer kirli melodikliği ile dinleyici şaşırtan vokal performanslarının düz çığlık ve brutal vokaller ile uyumu muazzam bir bütünlük teşkil ediyor. Benzer bir bütünlük, klasik black metal riflerinin (ve davullarının), yer yer aksaklaşan death - thrash rifleri (ve davulları) ile yer değiştirdiği yerlerde de göze çarpıyor.

Fakat Kolossus'u başyapıt yapan şey kalıpları içeriden yıkan özgünlüğü ve kale kadar sağlam bütünlüğünün yanı sıra, bu özelliklerinin arkasındaki özen olduğunu düşünüyorum. Albümü dinlerken en çok hissettiğim şeylerden bir tanesi bu adamların bu müziği yaparken, inşa ederken, üretirken bunu ne kadar severek ve özenerek yaptıkları oldu. Against the Gods'un son iki dakikası, Ascendant ve Warmonger'ın nakaratlardaki vokal performansları ve tartışmasız bir başyapıt olan The Rising Sign'ın ortasındaki akustik pasajı grubun bu albümü ne kadar çok sevdiğini düşünmemi sağlayan öğelerden sadece bir kaçı (bu verdiğim örnekleri albümü dinledikçe kendi favori şarkılarınız ile verebilir hale geleceğinizden eminim).

Başından sonuna kadar bütünlük hissini bir an olsun kaybetmediğiniz, dinlerken sürekli doyum hali yaşamanızı sağlayan, yer yer teknik özellikleri ile ilginizi canlı tutan, muazzam düzenlenmiş akustik pasajları ile tansiyonunuzu yükselten, vokal performansı ile çığlık vokalin sanat olduğunu ispatlayan ve belki de en önemlisi müziği dinlerken yürüyüş hızınızı değiştiren, duruşunuzu dikleştiren büyüleyici bir albüm Kolossus.

Çoğu zaman dinlediğim albümlerin kendi müzik zevkime has, çevreme çok da tavsiye edebileceğim albümler olmadığını düşünürüm (diktatörlerimiz haricinde demem daha doğru olur sanırım), fakat Keep of Kalessin'ın baş yapıt olarak gördüğüm albümü Kolossus'u sadece metal değil, müzik dinleyen herkese özenle dinlemelerini tavsiye ederim. Ya bu müziğin içinde kaybolacaksınız ya da en kötü ihtimalle size göre olmayan ama takdir etmekten kendinizi alamadığınız bir müzik dinlemiş olacaksınız.

Moonspell - Night Eternal (2008)

"Memorial'dan sonra hayat var mı?"

Moonspell hayatımın bir döneminde benim için oldukça özel bir gruptu. Burada bir dönem diyerek bahsettiğimiz zaman dilimi aslına bakarsanız ömrümün üçte birine tekabül etmektedir. Tabi bazı ayrıntılarda ciddi değişiklikler oldu. Zira artık wolfheart eskisi kadar heyecanlandırmıyor beni (her ne kadar albüm ile tanıştığım zamanlara sırtımı dönmemiş olsam da). Bu biraz değişmekle, biraz da sanattan beklentilerle alakalı bir şey olsa gerek. Mesela wolfheart'ın beni artık heyecanlandıramaması gibi gotik edebiyat ve bu edebiyatın ürünü olan her türlü karanlık mitleri, vampirler, kurt adamlar, sonsuz ormanlar, şeytani geceler ve daha bir sürü fantastik şey benim için ciddi klişelere dönüştü. 

K Frost, diye bir adamın şöyle bir lafı vardır; "Onlar beni boş uzaylarla korkutamazlar, benim çok daha korkunç boş çöllerim var".

Ama tüm bunların yanı sıra Moonspell ile aramdaki boşluk benim hayata bakış açımın değişmesinden ziyade Moonspell'in tercihlerinden kaynaklandı. Nereden baksanız 30-35 yaşında adamların en çok 15-20 yaş arası bir kitleye hitap eden lirik içerik üzerinden müzik yapması, üstüne üstlük bunu Sin/Pecado, Butterfly Fx ve Darkness & Hope gibi albümlerden yıllar sonra yapması benim adıma oldukça kaygı verici.

Mesela grubun sekizinci uzun soluklu albümü olan Night Eternal. İlk olarak isime takılıyorum. Memorial Moonspell tarihinde sevmediğim ilk ve tek albümdür her halde. Oysa onun ismi hiç de klişe değildi. Ana dili İngilizce olmayan bir çok metal grubu genelde benzer kelimeler üzerinden şarkı sözleri yazarlar. Kategorilerine göre bu kelimeler daha çok benzerlik gösterir. Black - gotik metal kervanında, eğer müzisyenler şarkı sözlerini çok da umursamıyorsa ya da bu konuda pek yetenekli (ya da açık ufuklu) değillerse hep aynı kelimeler üzerinden bu şarkı sözlerini yazarlar. Eğer bu kelimelerle ilgili bir istatistik tutsam eminim Night Eternal üstlerde bir yerde çıkardı. Hatta sadece Night Eternal adında yüzlerce şarkı bulabileceğimizden bile neredeyse eminim. Vaktiyle üzerine günlerce düşündüğüm ve halen muazzam bir isim olduğunu düşündüğüm ilham verici Darkness & Hope gibi bir isimle albüm çıkaran bu adamlar nasıl bir değişim sürecinden geçtiler ki bu kadar klişe bir ismi sadece bir şarkıya değil tüm albüme verebildiler?

Tabii bu samimiyetsiz sert imaj ve bunun müziğe yedirildiği her yer bir yere kadar rahatsız ediciliğini korumakta ama yine de göz ardı edilebilir. Fakat Moonspell'de yaşadığım hayal kırıklığı bundan sonra başlamakta.

Pek içime sinmese de şunu söylememde hiç bir sakınca yok, benim sorunum Moonspell'in sesi ile değil besteleri ile (vaktiyle benzer bir söylemde Çağlan Tekil bulunmuştu, Butterfly FX albümü kritiğinde Non-Serviam'da). Memorial'ın kötü bir albüm olmasında samimiyetsizlik kadar bestelerinde payı vardı. Benzer lirik samimiyetsizlikten ne yazık ki Night Eternal'da mustarip. Fakat Night Eternal'ı Memorial'a göre üstün kılan şey ise kesinlikle besteler.

Dokuz şarkıdan oluşan ve Memorial'daki sıkıcı intro-outro kalabalığından muaf olan Night Eternal herşeyden önce sertleşme takıntısına kapıldığı zaman bize çift kroslardan daha fazlasını vaat edebilen, gerçekten güzel gitar rifleri sunuyor. Üstelik gene aynı takıntılı haller içerisinde daha yoğun trafikler kullanmış olmaları şarkıları çok daha dinlenebilir ve takip edilir kılmış. Irreligious günlerinden bu günlere miras kalan arpejler üzerinden parçalarının düşük tempo dinamiği oluşturma eğilimi tüm albüm için geçerli ve aslına bakarsanız yer yer çok uzun bri Ruin & Misery dinleme deneyimi yaşattığı için sıkıcı. Buna rağmen Night Eternal özellikle gitar rifleri ile şarkıları dinlenebilir hale getiriyor. Vokaller ise Night Eternal'in en iyi yanlarından biri olsa gerek, yeniden Fernando'nun temiz vokallerini duyabiliyoruz, üstelik bu sefer güzel melodiler ile birlikte. Bu açıdan özellikle Scorpion Flower, Spring Of Rage ve Dreamless albümün incileri olmakta. Bu şarkıları dinlerken en çok düşündüğüm şey bu adamın temiz sesini ne kadar özlediğim oldu. İşin böğürtü kısmına gelirsek, Fernando'nun böğürtü vokalleri her zaman için çok güçlü olmuştur ve bu kesinlikle tartışma konumuz değil. Fakat son iki albümdür Fernando'nun böğürtü ve fısıltı vokallerini çok yanlış kullandığını düşünüyorum. Şarkıların büyük çoğunluğunda böğürmeyi tercih eden sanatçı bana göre rutin vurguları ile sadece nakaratlarda ya da tek kelime olarak kullandığı böğürtü vokallerin etkisini dinleyicide oluşturamıyor. Fernando'nun temiz sesini çok seven ve vokal melodilerine önem veren bir dinleyici olarak Night Eternal'ın umut vaat eden bir albüm olduğunu kabul etmem gerek.

Fakat Moonspell ile barışmam için grubun, 40'a dayamış karanlık adamlar imajını bir kenara atıp, ayakları yere basan bir tavır takınmaları gerektiğini düşünüyorum. Eğer dertleri sert ve karanlık bir müzik yapmaksa, bunu tabiri caizse birer yetişkin gibi yapabileceklerini düşünüyorum. Sanırım bunu onlarında fark etmesi gerekiyor.