10 Haziran 2008 Salı

David Sylvian - Secrets of the Beehive


Şu günlerde ve yaşadığımız çevrede tutarlı bir kişilik oluşturmamak için birçok teşvik edici unsur var. Arkadaşlarına karşı olduğun gibi davranıp sevgililerine yalan söylemek, kız kardeşin sana sormadan birisiyle çıktığı için kızıp, seviştiğin insanı ondan sonra ki gün aramaman tavsiye edilir. Aşkım, hayatım, bebeğim, seni seviyorum, özür dilerim gibi duyguların anlamlarını standartlaştırıp içini boşaltan kelimeler ile her daim pozitif, sevginin ışığın bir çocuğu olmanı etrafına ispatlamalısın ama aynı zamanda herkesi ve en başta kendini aldattığın için bununla gurur duymalısın. Eğer belli bir sosyal kitleye aitsen onları taklit etmelisin, aynı çocukluğunda sana dikte edildiği gibi yoksa kitle sana ve sen kitleye yabancılaşıyorsun. Doktorlar bunları çeşitli hastalık adlarıyla tanımlıyor, birçok felsefi akım seni insan sisteminin dışında görüyor.

Kitlesel bağımlılıklar ortadan kalktıktan sonra işte size sadece bu kalıyor. Sadece iturocks.org’dan bahsetmiyorum. Iturocks bireysel fikirler için iyi bir medyum olsa da bu yükü tek başına taşıyacak güçte değil. Ben size tek başınıza kaldığınız anlardan bahsediyorum. Popüler edebiyata ve müziğe göre “yalnız”, gavurun tabiriyle “desolate, deserted, alone vs.” gibi bir çok doom grubuna isim olabilecek kelimelerle tanımlanan bu olay aslında yine benim fikrime göre dayatılmış, öğretilmiş bir duygu. Kiminizle paylaştığım bir dönemimde Kanada’nın saat dilimine göre yaşamaya başlamıştım. Sabah’ın dördünde, beşinde üstü başı kar olmuş İstanbul’da gezerken bu duyguya daha güzel bir tanım bulmuşumdur. Onun adını mükemmel, polar olmayan duygu koydum.

İstanbul’un kar dolu sokaklarından sizi bir de arkadaşlarınızla oturduğunuz bir meclise götüreyim. Müzik zevki benzer olan bu mecliste muhabbet ediyorsunuz, fikir paylaşıyorsunuz. Eminim aranızda bir azınlık öyle durumlarda yeni dinledikleri albümleri, arkadaşlarınızdan söz konusu albüme empati duyacak birkaçına dinlettiğiniz olmuştur. İşte bazı böyle anlarda geri kalan arkadaşlara adapte olabilmek, onları yabancılaştırmamak için ve onları yeni tecrübelerle korkutmamak için genelde “Yau yine başına oturdu. Bırak aç şuradan Iced Earth, Guns ‘n Roses vb.” cümleleri size doğru sarf edilmiştir. Arkadaşlarınızın sizin kişisel fikirlerinize saygı duymazlıktan öte herkesin sizin bu konudaki aşkınızı paylaşmak zorunda olmadığını düşünerek ve birazda konu hakkında ki ilkel perspektiflerini eleştirerek asıl konu olan fikir paylaşımına geri dönersiniz.

İşte bu albüm arkadaşlarınıza dinletmekte zorlanacağınız bir albüm. Eminim en ağır Teknik-Grind-Death Metal albümünü daha rahat dinleyeceklerdir, çünkü bu albüm yukarıda bahsettiğim kitlesel bağımlılıklardan arınmış bir sese sahip. Dinlenmesi, tanışılması çok kolay; anlaşılması, paylaşılması çok zor. Bu albümden bir şarkıyı alıp sahnede çalıp kişilik kaygılarınızı tatmin edemezsiniz.


“Arkadaşların beni hiç ilgilendirmiyor”

David Sylvian, 1978 de doğan ve 1982 de ölen Japan adlı grubun vokalistiydi. Japan, Glam Rock olarak başlayıp daha sonra sentezleyici kullanmaya başlayıp elektronik müzik toprağında vefat eden bir gruptu. Japan’da ki yıllarından sonra David Sylvian şu güne kadar devam eden bireysel ve proje çalışmalarına ağırlık verdi. Kendi ismi ve çalıştığı isimler ile beraber bir çok albüm yaptı. Kendi başına yaptığı albümlere kendi adını verdiği gibi ortaklaşa yaptığı çalışmalarda çalıştığı kişinin adını da albüm adına dâhil etmiştir. Tek başına çalışan bir vokalist olmasına rağmen bu tip ego sorunları olmaması da ayrıca ilgi çekici bir öğedir.


David Sylvian’ın müziği bir çok öğeyi içinde barındırır. Tabiri caizse “Cool Jazz”’dan yola çıkıp “New Age-World Müziğe” çıkan yolculukta arada ona Elektronik arada da Rock müzik ona yoldaşlık ediyor ancak safi New Age anları hiç olmuyor. Evet, doğru bildiniz. Bu albümde distortion yok. Delikanlılıkta eksiklik olarak hemen var saymamakta fayda var keza bu albümde eğer arıyorsak (kalkıp bize ispat edeceğini hiç sanmayın) birçok efe öğesine rastlayabiliriz.


“Beş biranın üzerinde etki bırakmasını beklemeden şunu söyleyeyim.
Ben seninle sadece sevişmek istiyorum.”

David Sylvian’ın vokaline değinerek işimize başlayalım. David Sylvian oldukça bas/bariton bir ses rengine sahip. Şarkı söylemekten çok sanki bir Film-Noir’da hikayeyi anlatan başrol gibi davranıyor. Kendi içinde belirli bir dinamiğe sahip vokali. Günümüz Heavy Metal vokalistleri gibi bir anda şarkı söylemekten bağırmaya geçmiyor, daha çok düzgün bir diksiyonda gözlemleyeceğiniz hece vurguları var. Kimi yerlerde çok hoş ve dikkat edilmediğinde fark edilmeyecek ses titretmeleri var. İlla benzetmek gerekirse Dave Gahan’ı (Depeche Mode) biraz referans gösterebilirim. Bu ses o sükunete, Exciter dönemine benziyor.


“Kötü biri olduğunu düşünmüyorum. Ama samimi değilsin. Beni istemene rağmen bu kadar bizi uğraştırmana hala anlam veremiyorum.”

Lirikler işte ayrı güzel bir konu. David Sylvian müziğinde nasıl popüler kültüre yakın öğeler kullanmıyorsa lirikleri de yatak odası yalanlarından oluşmuyor. Genelde yaşadığı duyguları benzetmeler, öyküler ile dile getiriyor. The boy with the gun çok güzel bir şekilde okul/ofiste geçen bir günü; elinde silahıyla bir ağacın başında öldüreceği insanları düşünen bir çocuğu tanımlıyor. Dini öğeleri liriklerinde romantik özellikler barındırmak için kullanıyor. Gece dışarıda geçirdiği bir vakitte duyduğu bir sesi şeytanın davulunu çalması olarak tanımlıyor Sylvian. En beğendiğim özelliği genelde basit güncel olayları Kurt Cobain gibi ilk bakışta alakasız derecede epik ya da psikedelik olaylara benzetmesi. Evli çiftlerde şiddeti örneğin şairlerin melekler hakkında hayal kurması olarak bize anlatıyor ve söz konusu olaya reel başlayıp, işin dini etiğini olabildiğince epik/romantik inceleyip bitiriyor.


“Ben burada iyiyim. Her şey önceden tanımlı oda adına göre yapılmamalı.”

Albümün müzikal yapısına gelirsek eğer öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Şarkıların düzenlemeleri kesinlikle bilindik pop/rock yapısına uygun değil ama bu progresif bir kaygı taşıdığından da değil. Sylvian sözleri müziğe göre ayarlamaktansa, müziği sözlere göre ayarlamış. Bilindik 2 söz 4 nakarat formülü bu albümde işlemiyor. Şarkı sonları “bitirici” değil. Vokal melodilerinin bir yarısı solo enstrüman gibi değil daha çok daha evvel de bahsettiğim gibi hikayeyi anlatan biri şeklinde. Kullanılan enstrümanlar şarkıya göre değişiyor genelde ama temelde en çok duyulan enstrümanlar piyano, akustik davul, perküsyon, yer yer yaylılar (ki çok güzel kullanılıyorlar), sentezleyiciler (Ryuichi Sakamoto çalmıştır bir bölümünü). Bunların dışında da bir çok enstrüman var trompet ve gitar gibi. Müziği genel bir tarza bağlamak zor çünkü bir çok etki söz konusu. Ancak bütün şarkıların ortak yanı, karanlık bir temaya sahip olmaları. Bu albümde şarkılar bilindik bir düzenlemeye sahip olsaydı şarkı şarkı açıklamasını yazmak kolay olurdu ancak bu albüm o formata hiçbir şekilde uygun değil.



“Sana, seni seviyorum diyecek kadar küstah değilim, ama bence bir daha buluşabiliriz.”

Son sözlere gelirsek bu albümü geniş bir müzik zevki olan herkese tavsiye derim diyeceğim. Bu albüm yine sayfamızda üstünde konuşulan kimi albümler gibi oldukça kişisel, kesinlikle tek başınıza dinleyebileceğiniz bir albüm. Björk gibi müzikal içeriği yoğun bir vokal müziği var bu albümde. Tek başına, yalnız olmayan bir müzik. Anlatılabilinir ama paylaşmaya pek uygun değil.

Hiç yorum yok: