12 Haziran 2008 Perşembe

Paradise Lost - In Requiem (2007)

Müzik için ağıt...

Kelimelerini kaybetmiş bir toplum gibiyiz. Müzik var. Hayatımızda bir anlatım biçimi oldu. Dinlediğimiz müzik hayatımızı, kim olduğumuzu, ne olduğumuzu ve bunun nasıl olduğu anlattı. Karanlık bir black metal şarkısı eskiden insanlara işte bu benim inancım dediğim bir şeydi. Fakat değiştim, hayatım, kim olduğum, ne olduğum değişti ve değişim bile çok farklıydı. Büyüdüm. Şimdi kim olduğumu altı yıl önce olduğu gibi anlatamıyor bazı eski şarkılar. O şarkılar için üzülüyorum, anlattıklarının yanlış olmadığını biliyorum fakat artık tam olamadıklarını da biliyorum. Neyse ki, kendi başına anlamını korumanın yollarını verebiliyor bize. Almayı tercih ettiğim zamanlarda müzik daha çok işledi içime. Şimdi artık çok daha geniş bir müzik dünyam oldu dar dış kabuğumun içinde. 

Müzik bizi anlatır. Bu yüzden dinlediğimiz müziğe ihtiyaç duyuyoruz ve içinde kendimizi bulamadığımız müziğin içinde rahat edemiyoruz. 

Bazen ise ayaklarımız yere basıyor. Müziği dinleyişimiz değişiyor. İbadetimiz eğlence oluyor. Kulaklarımı tıkamaktan başka işe yaramadığını düşündüğüm bir müzik dinlerken buluyorum kendimi. İnanmak istemiyorum. Dinlemeyi tercih ettiğim bir şarkının aslında bana dair hiç bir şey anlatmadığına inanmak istemiyorum. Daha çok dinliyorum. Daha çok katlanıyorum kulaklarımı tıkamaya. Ve müzikte yavaş kayboluyor. Müzisyenler anlatmaktan vaz geçiyor. Dinleyicide dinlemekten.

Paradise Lost bu yazının konusu. Fakat Paradise Lost aslında asıl nokta değil şu an. Asıl önemli olan şey müzik. 

Paradise Lost sıradan bir grup değildir. İngiltere'nin soğuk insanlarının, soğuk kalpliler için hazırladığı bir alternatiftir. Yeni bir akım başlatan bu anlamlı adamlar sadece kendi başlattıkları müzikal akımın öncüsü olmakla kalmadılar, bir iki karakteristik grubun haricinde ana akımın takip ettiği bir kalıp çizdiler. 

Sıradan bir grup olarak değerlendirilmesi hata olacak bir grup Paradise Lost. Ve In Requiem topluluğun 2007 yılında piyasaya süreceği son kaydı. Tarz yaratan hiç bir gruptan başlattıkları gibi kalmalarını beklemem. Paradise Lost'da kariyeri boyunca gidilmesi en çetrefilli ve güvensiz yolları takip etti. Yeni bir şey yaratmak, yarattığını beslemediğin sürece iyi bir miras olamayabilir. Zira Paradise Lost müziğinin gideceği yol arayışında, ölmeden önce ölmeye çalışırken, ana akımı takip eden gruplar tarz içinde ciddi bir kirliliğe sebep oldular. 

Fakat Paradise Lost en sonunda içine girdiği kozanın içinden çıktı. 

Bu çok iddialı bir söz olacak. Umarımım grubun müzikal gelişimini takip eden bir iki iturocks camiası dışından kişide okur bu sözümü. Bence Paradise Lost ideal formunu bu albüm ile buldu (Tepki çekeceğimden eminim, umuyorum da). 

Baştaki konumuza geri dönmeliyiz. Dediğim gibi, hayatımızı günlük formunun içinde sıkıştırdığımız zamanlarda kendimizi bizi anlatamayan müzikler dinlerken buluyoruz. Bu müziğin kalıbına yakın bir kalıp ile müzik yapıyor Paradise Lost In Requiem'de. Tarzı tanıyan kimse ufak tefek şaşkınlıklar dışında şok yaşamayacaktır bu albümde. 

Albüm elime geçtiğinden beri uzun zamandır dinliyorum. Dürüst olmak gerekirse bu albüm için şu an aydınlandım ve yine dürüst olmak gerekirse bu albümün hikayesini hissedemeseydim çok talihsiz olurdu. 

Sahip olduğu tanıdık kalıplar ve trafikler ile, bir müziği etkileyici olabilmesi için o müzik muazzam bir estetiğe sahip olmalıdır. Paradise Lost'un müziği özellikle lead gitarları ve büyüleyici klavye örneklemeleri ile bu avantaja kesinlikle sahip. Fakat Paradise Lost'un içine girilmesi zor olan kısmı (daha da özel olan kısmı) kim olduğumuza dair söyleyebilecekleri kısmı. Zira albümün ayrıntılardan oluşan kapısını açıp içine girmeyi başardığınızda kendinize dair bir şeyler bulabilirsiniz. Kesin bulursunuz diyemiyorum, demek istemiyorum da, albümün içinde bulduklarımı çoktan kişiselleştirdim bile.

Bu aralar çok düşündüğüm bir konu, müziğin ne anlattığı. Paradise Lost, kesinlikle sadece güzel melodiler ibaret bir grup değil. Anlatmaya çalıştığı (anlamının kişiye göre değişebileceği) bir şeyleri var. Üstelik bunu karakteristik bir ve kusursuzlaştırılmış bir dille yapıyor. Dilin kusursuzluğu anlatması gerekmeyen kelimeleri dışarı atmaktan ibaret gözüküyor. Paradise Lost kelimeleri kaybolmuş bir toplum içinde kurtarıcılığa oynuyor fakat anlatıma yenilikler katmak yerine var olan kelimelere kusursuz anlamlar yüklüyor. Sağlıksız bir yöntem ama kesinlikle tatmin edici. 

In Requiem ise farkındalığı temsil ediyor. Paradise Lost kendi ettik sınırları içinde sancılı süreçlerden geçti ve en sonunda kendi şeklini buldu. Fakat geçtiği süreç içerisinde üzerinde taşıdığı karamsar olgunluk onu kendi şeklinin içinde hapsetti. Paradise Lost şu an tüm ihtişamı ile denize batıyor. Son demlerini yaşayan bir ilah gibi son kez iyi şeyler yapmaya çalışıyor. Büyüleyici olan ise ardından yas tutmaya değecek bir şeyler bırakıyor. 

Paradise Lost,

Nick Holmes - Vokal
Gregor Mackintosh - Lead gitar ve klavye
Aaron Aedy - Ritim gitar
Stephen Edmondson - Bas gitar
Jeff Singer - Davul

In Requiem,

Never For the Damned 
Ash & Debris 
The Enemy 
Praise Lamented Shade 
Requiem 
Unreachable 
Prelude to Descent 
Fallen Children 
Beneath Black Skies 
Sedative God 
Your Own Reality

Hiç yorum yok: