12 Haziran 2008 Perşembe

Tiamat - Amanethes (2008)

Romantik Satanist Geri Döndü

Uzun zaman oldu ve biz beş koca yıl boyunca Tiamat'ı bekledik. Müzikal evrimini aşama aşama yaşadığımız Tiamat'ın beş yıllık bir aradan sonra karşımıza nasıl çıkacağını merak etmemek elde değildi ve bizler üzerimize düşeni yaptık. Merak ettik. Ben ise kendi adıma merak ederken hiç şüphe etmedim. Bu kadar dogmatik olmak çoğu zaman hayal kırıklığı demek oluyor...

Tiamat için her zaman değişimdir asıl olan. Bunu grubun tarihine baktığımız zaman kolayca gözlemleyebiliyoruz. Judas Christ ve Prey ile benzer bir yolu takip eden grubun bir sonraki albümünde ciddi bir tarz değişimi yaşanacağını biliyordum. Lakin bunu beklemiyordum.

Hikayeye klişeler ile başlayalım. Topluluğun dokuzuncu uzun soluklu albümü olan Amanethes'in prodüktörlüğünü grubun beyni dememizde sakınca olmayan romantik satanist Johan Edlund yapmış. Biliyormusunuz bilmem ama kendileri bir süredir Yunanistan'da yaşamakta ve albümünün kayıtları Yunanistan'daki The Mansion ve Cue adlı stüdyolarda ve İsveç'teki Studio Mega'da yapılmış.

Kabaca şunu söyleyebilirim, Tiamat yeni albümü Amanethes ile yeni bir müzik yapıyor fakat bunu müziğini farklı bir rotaya sokmak yerine tüm kariyeri boyunca yaptığı herşeyi harmanlayarak yapıyor. Bu açıdan bakılırsa Amanethes için olgun bir retrospektif iddiasında bulunabiliriz. Benim için daha önemli olan konu ise müziğin hissi.

Tiamat A Deeper Kind Of Slumber'dan sonra duyguları ifade ederken araya mesafe koymaya özen gösteren bir grup haline geldi. Bir çokları için A Deeper Kind Of Slumber melankoliden başka hissi içinde barındırmayan bir albümdü. Daha sonrasında gelen albümler bu yıkımın üzerine kurulan binalar gibiydi. Skeleton skeletron ile alınan darbeyi barlarda sürterek ve herşeye olan inancımızı yitirerek atlattık. Judas Christ ve Prey ile hislerimizin değerini unutmadan ama onların altında ezilmeden yaşamaya devam edebileceğimizi fark ettik. Gerektiği yerde kendimize aşık olduk, gerektiği yerde aşk için oy verdik. Kimi zaman ışığı göçe zorlayıp karanlık şövalyeleri yad ettik, kimi zamanda insanlığın hiç bir dine ihtiyaç duymadığını haykırdık. Şimdi Amanethes ile Tiamat mesafesinde açılmayı arttırmaya devam ediyor. Lirik içeriğinde bireysel ve dolayısı ile duygusal konuşara yer yer inmesine rağmen gönül rahatlığı ile Amanethes'in odak noktasının din olduğunu söyleyebilirim. Johan Edlund bu nokta da ayakları yere sağlam basan politik bir din eleştirisi yerine kendi ironik şiirselliğini kullanmayı tercih etmiş. 

Amanethes'in müziğinin en şaşırtıcı yönü elbette, karşımızda yer yer cidden sertleşen bir Tiamat olması. En son ne zaman Tiamat'ta cift cross sesi duymuştuk? Ya da hiç doğru düzgün bir grind ritimi (mid-tempo elbette) olmuşmuydu Tiamat'ın? Amanethes tüm müziği bu öğeler üzerine kurmasa da, vurucu açılış parçası The Temple Of The Crescent Moon, Equinox of the Gods ve Raining Dead Angels gibi parçalarla geçmişinin karanlık yüzüyle barışık olduğunu gösteriyor. 

Bir diğer önemli nokta ise Johan Edlund'un vokalleri olsa gerek. Bay Edlund geçtiğimiz beş yıl boyunca uyuşturucu kullanıp yan gelip yatmamış. Eskisine nazaran daha karanlık ve mesafeli bir vokal stili oluşturmuş. Aslına bakarsanız her zaman Johan Edlund'un vokalleri mesafeli olmuştur, kendine has soğuk ve tiz tonları ile, hep uzaktan anlatmayı seçmiştir hikayelerini ne kadar hisli olsalar da. Fakat Prey ile başlayan Fa anahtarından vokal yapma eğilimi (ki gothic rock grupları için çoğu zaman olmazsa olmazdır) bu albüm biraz daha baskınlaşmış. Lirik içeriğinin de ağırlıklı olarak Din hakkında olması bu alışık olmadığımız mesafeyi pekiştirmiş ve gayet güzel olmuş. Ayrıca yer yer eski böğürtü vokallerine geri dönmüş Bay Edlund. Gelmiş geçmiş en kötü böğürtü vokallerden bir tanesine sahip olan bu gönül adamı, aşık satanist, kendine has böğürtüsünü Tiamat'ın yeni müziğinin içine gayet güzel yerleştirmiş, ki bu gerçekten takdire şayan bir durum. Tüm bunların dışında Will They Come?'daki nakarat öncesi vokal performansına şapka çıkardığımı söylemek durumundayım. Bay Edlund bir sonraki albümde Gregorian vokalleri yapmya başlarsa hiç şaşırmayacağım. 

Müziğe geneline bakarsak, Tiamat son üç albümdür kendisine gotik rock ile gotik metal arasında gidip gelen bir yol çiziyordu. Amanethes ile aynı kulvarda giderken daha çok gotik metal de kalarak ilerlemeye devam ediyor. Şarkılar iyi bir Tiamat dinleyicisinin ihtiyaç duyduğu tüm öğelere sahip. Ironik sözler, bir Tiamat hayranına işte bu dedirten kısa ama doyurucu melodiler ve atmosferik geçişler. Kabul hiç bir Tiamat albümünde olmadığı gibi bu Tiamat albümünü de dinlerken zorlanmazsınız. Fakat her Tiamat albümünde olduğu gibi bu albümün de içine ancak ayrıntılarında kaybolmaya başladığınız zaman girebilirsiniz (Until The Hellhounds Sleep Again'nin nakaratındaki klavyeden tutun, Summertime is Gone'dan Katarraktis Apo Aima'ya geçişe kadar ve daha bir sürü şey).

Şarkılara biraz daha yakından bakarsak özellikle muhteşem lead melodisi ile albüm çıktığından beri dinlemekten kendimi alamadığım The Temple of The Crescent Moon'a dikkat edin derim. Uzun zamandır hiç bir şarkı yürürken hızımda, dikilirken duruşumda bu kadar etkili olamamıştı. 

Equinox of the Gods ise Tiamat kariyerinde benzeri olmayan bir parça. Gönül rahatlığı ile Tiamat tarihinin metronomu en yüksek şarkılarından bir tanesi olduğunu duyurabilirim. Yine de Equinox of the Gods'a bir black metal şarkısı demem ama Tiamat black metal grubu olduğu günlerde bu kadar iyi bir şarkı yapamamıştı. 

Until The Hellhounds Sleep Again karizmatik vokal tonları ve dokunaklı nakarat çalgıları ile albümün en güzel şarkılarından bir tanesi. Sanırım ilk kişiselleştirdiğim parça bu.

Will They Come? Deneysel vokalleri ile dikkate değer, hüzünlü bir parça. 

Lucienne kısmen oryantal gitar ritimleri ile albümün en gotik ve iddialı şarkılarından bir tanesi. 
Summertime Is Gone bizi Judas Christ ve Prey balladları ile A Deeper Kind Of Slumber melankolisi arasında sıkıştıran bir parça, şarkının bütünleyeni olan Katarraktis Apo Aima ise tüm albümün katharsisi. 

Raining Dead Angels ise Tiamat'ın sert müzik yapmayı gerçekten özlediğin gösteren bir diğer parça (sert müzik derken kimse Deicide düşünmüyor değil mi?). 

Misantropolis ise albümde ilk sevdiğim balladlardan bir tanesi. Amantisis ise Misantropolis'in tedirgin outrosu.

Meliae ile Judas Christ'ten Too Far Gone'u hatırlamamak elde değil. 

Via Dolorosa albümün en iddialı parçalarından bir tanesi. Sadece Via Dolorosa'nın İsa'nın çarmıhını sırtında taşıdığı yola denmesinden değil, sözlerinin gücünden ve müziğinin bu gücü gayet güzel sırtlanmasından ötürü.

Circles ise gene kendimi A Deeper Kind of Slumber'ın içinde gibi hissetmemi sağlayan donuk bir şarkı. Özellikle vokal melodileri ve akabinde gelen orkestral örneklemeleri ile kalbimi çaldı bu şarkı.

Amanes ise cennetten kovulan çocuğun babasını sorgulaması. Kaybedecek hiç bir şeyi olmayan çocuk babasını sorgularken onu suçlamaktan hiç çekinmiyor gibi gözüküyor. 

Amanethes uzun zamandır yolunu gözlediğim bir albümdü, dediğim gibi değişik bir şeyler ile karşılaşacağımı tahmin ediyordum ve tahminimde şaşırmadım. Grup sanat hayatı boyunca müziğinde kullandığı tüm öğeleri Amanethes ile harmanlıyor ve oldukça olgun bir işe imza atıyor. Sanırım Tiamat 'ın benim için hala en özel albümü Skeleton Skeletron fakat bu Amanethes'in gözümde bir başyapıt olmasına engel değil. Muhteşem bir albüm.

Hiç yorum yok: