30 Haziran 2008 Pazartesi

Emilie Autumn - Opheliac (2006)


Kimdir Emilie Autumn? Tarife nereden başlamak lazım?… İnternette pek çok kritikte yeraltının yeni gotik pilici diye geçen bir müzik insanı Emilie Autumn. Tarzın gotikle bağlantısını ileride ele alacağım ancak lafı fazla uzatmadan, kendi sözleriyle Emilie Autumun’un tarzını belirteyim : “Pembe saçlı , anarşizmin kemancısı, postmodern-kıyamet dönemi Marie Antionette.” Doğru söze diyecek bir şey yok, imaj yapmak için bu kadar kasan bir insanın kendini tanımlarken bu kadar betimleme kullanması bence normal.

Bu hanım kişinin müzikal geçmişine bakarsak, kendisinin ilk profesyonel sahne tecrübesini Courtney Love’la paylaştığını görüyoruz. Courtney gibi hiper çatlak bir kişinin kemancısının da normal olmayacağını belki o zamanlarda anlamak gerekirdi ama o dönemde sarı saçları ve makyajsız masum yüzüyle Autumn, şu anki görüntüsüne yakındı denilemez. Ayrıca klasik müzik alanında albüm de yapmıştı bu şahıs ve 2003 çıkışlı albümü Enchant’ta da alternatif kulvarda dinlenilebilir bir albüm sunmuştu. (Bu albümden Chambermaid ve What If, her kesimden dinleyiciyi yakalayabilecek pop/rock şarkılarıydı.) 4 yaşından beri keman çaldığını da es geçmeyelim. Bunu es geçmiyorsak, kendisini Malmsteen ve Nigel Kennedy’le kıyasladığını da söyleyip, buraya bir OHA! koyalım. Peşin peşin söyleyeyim, iyi yazılmış keman partisyonları üzerine kurulu Opheliac albümünde dinleyeceğiniz müzik bir virtüöz müziği değil ve evet Emilie Autumn’un biraz megalomanyaklık problemi var.

Enchant albümünün müziğini tanımlamak için kullanılabilecek en yanlış kelime: Gotik. En doğru kelime: Barok. Emilie Autumn hangisine kullanmış: Barok-Elektronik. Bu yüzden kendisini kutluyor gerekli açıklamayı yapmayı borç biliyorum.

Bu ülkede Rock müziğe bir şekilde bulaşmış her insanın gotik konusunda yorumu vardır. En doğru ve yalın karşılığıyla gotik, karamsardır. Renk olarak siyah ve gri size neyi hissettiriyorsa, gotiğin sanattaki yaklaşımı da bu hisse yakındır. Dogmacıdır. Negatiftir. Sanat tarihi açısından bakarsak Rönesans’ın doğuşuyla etkisini yitirmiştir. Barok kavramına gelirsek; Barok rönesans sonrası kilisenin uyanış dönemi kendini yenilemek suretiyle ortaya koyduğu akımdır. Barok siyah değildir. Karanlık değildir. Aksine çok şatafatlı, yer yer abartılıdır. Düşünce yapısı olarak kilisenin çıkmazdan kurtulma çabalarıyla birlikte belirsizlikle içiçedir. Gotik gibi her an ölüm duygusunu taşımaz ancak ölümün varlığını da yadsımaz. Carpe Diem denen düşünce şekli ya da “gününü yaşamak” imgesi aslında Barok’u da gayet güzel anlatır çünkü ölümün mutlak olduğu bir hayatta canını bununla sıkmaktansa kalan günlerini güzel geçirmek Barok kavramıyla örtüşür.

Barok, vaktiyle –çokça- acayip diye de tanımlandığından, Emilie Autumn’un imajına bu noktada okey veriyoruz. Evet bence de aşırı ama yaptığı tarzla çelişmiyor.

Enchant’in bendeki versiyonu “deluxe edition”olup, ikinci cd’sinde daha çok şiirler ve Bach yorumu bulunuyor. Bach’ın Barok dönemin en büyük müzisyeni olduğunu bilmeyen yoktur herhalde.

Albüm içinde neleri barındırıyor? Altyapılar tamamen elektronik seslerden kurulmuş. Üstüne klasik keman ve diğer yaylı seslerini duyuyoruz, yer yer hammond ve piano eşlik ediyor. Synth sesleri de geri planda baya iş görüyor. Hayır albümde gitar sesi duymuyoruz ama bunun yerine, Emilie Autumn’un elektro kemanını efektlendirek çaldığı ritmlere ve bazen attığı sololarla gitar kullanımına yakın bir hissiyat elde ediyoruz. Bu enstrümanların üstündeyse üç tonlu vokal dinliyoruz Emilie Autumn’dan: Klasik bir bayan vokal, daha kalın bir vokal ve çokça kullanılmış gırtlak zorlayan hırıltılı brutalimsi-çığlığımsı vokal. Temiz vokaller başarılı ama sert vokaller yer yer iğreti durmuş. Yine de albümün üstüne kurulu olduğu şey olan vokalleri kötü olarak tanımlamak doğru olmaz. Vasatın üzerinde diyebiliriz.

Açılış şarkısı Opheliac, tam da Barok etkisini net olarak ortaya koyduğundan ve tüm bahsi geçen vokalleri örneklediğinden doğru bir açılış şarkısı. Özellikle şakının nakarat sonrasında duraksarken ortaya konan performans akılda kalıcı. Yine de şarkı da eksik bir şeyler var diye hissedebilirsiniz benim hissettiğim gibi. O zaman size şu kadarını söyleyeyim, bu etkiyi birkaç şarkı haricinde tüm albümde hissedeceksiniz çünkü müzik komplike olmaktan çok uzak. Basit yapıyı farklı vokal teknikleriyle kapatmaya çalışan Autumn’un çabaları takdire değer olsa da, başarıyı getirmemiş. Şarkının ne anlattığına gelirsek, burada bir Nil Karaibrahimgil sendromu yaşayacaksınız çünkü sözler yer yer abuk ve subuk olmakla birlikte tamamen dişi. Bu şarkıdaki ve albümdeki sözlerle bütünlük kurabildiğim hiçbir şarkı olmadı ki bu da benim için albümün en zayıf noktası. Tamam maço sözler beklemiyorum ama o beni terketti, ben yine de güçlü bir kızım gibi sözler beni hiç mi hiç açmıyor açıkçası. En azından daha ortada bir tavırla sözler ortaya konabilirdi diye düşünüyorum.

İkinci şarkı olan Swallow’un kemanları, özellikle şarkının finalindeki kısmıyla hoşuma gidiyor. Ancak 6 dakikadan uzun olan bu şarkının çok fazla tekrar barındırması ve elektronik ritmlerin monotonluğu bir vakitten sonra baya can sıkıcı olabiliyor. İlk dinlediğinizde yine de ilgi çekici bulacağınızı düşündüğüm bir şarkı.

Liar, sert bir şarkı ve bahsettiğim efektli keman sololarından biriyle başlıyor, üstelik altyapıları da Swallow kadar sıkıcı değil. Kalın tonda vokalleri tercih etmiş bu şarkıda Autumn. Nakarattaki geri vokallerle değişik bir yapısı var şarkının. Barok sevenler için biçilmiş kaftan olmasa da deneysel ve endüstriyel severler için sevilebilecek bir şarkı. Keşke konusu yine aşk üstüne kurulu olmasaydı diyorsunuz ancak şarkı ilerleyen kısmında, Are you suffering, I want your beautiful suffering hırıltılarıyla aşkın farklı boyutlarına taşınıyor. Bu şarkıyı seviyor muyum bilmiyorum ama sıklıkla dinliyorum ve garip yapısı ilgimi çekiyor.

Bir sonraki şarkı olan The Art of Suicide aslında bu albüme yakışmıyor. Bir önceki albüm olan Enchant’taki gibi hanım hanımcık bir Emilie Autumn dinliyoruz çünkü. Oysa Opheliac daha dengesiz, az biraz daha saldırgan bir albüm. Benim genelde es geçtiğim bir şarkı ama yaylıları ilginizi çekebilir.

I Want My Innocence Back adlı şarkıda Liar’da nerede kaldıysak oradan devam ediyoruz çünkü yine sert bir yapısı var şarkının. Aynı zamanda burada bir çelişki var çünkü Barok kavramıyla bağdaştırılması güç bir negatiflikle karşıkarşıyayız. Sert vokallerden çokça var şarkıda. Ancak mümkünse sözleri es geçin çünkü sen bana neler yaptın da beni bu hale koydun tarzı arabesk serzenişler baya can sıkıcı olmuş. Bu şarkıyla birlikte Emilie Autumn’un çizdiği imaj tam olarak gözünüzde oluşuyor: Masum bir kızken, aldatılmış, acı çekmiş, sonra dellenmiş ve kötü kız olmaya karar vermiş kişiyi oynuyor Autumn. Sert kız oluyor. Bende bir rahatsızlık başlıyor bu şarkıyla birlikte. Çok fazla ucuz numarayla karşı karşıya kaldığım hissine kapılıyorum.

Tam vaktinde albümün hiti imdadıma yetişiyor. Misery Loves Company bu albümde en çok sevdiğim şarkı. Vokallerde beni yer yer rahatsız eden çeşitlilik bu şarkıda çok iyi ayarlanmış diye düşünüyorum. Albüm benden 10 üstünden 10 almaktan çok uzak ama bu şarkı 9,5 tan 10 alır. Yarım puanı kırma sebebim malum, sözler diğer şarkılar kadar olmasa da yine de fazla dişi. Ancak “Pray for me” dedikten sonra, “You fucker, pray for me!” diye hönkürmesi her seferinde yüzüme tebessüm yayıyor.

Misery Loves Company’den sonra yine dinlemesi zevkli bir şarkı olan God Help Me başlıyor. Melodisi çok hoş ama yer yer fazla çiğ kalmış şarkı. Bir de bu şarkıdaki gargara sesine benzeyen bir kısım var ki insanı sinir ediyor. Ne olursa olsun albümün in iyi çalışmalarından biri olduğunu düşünüyorum.

Shalott yine bu albüm için yazılmış değil de, Enchant albümünden bu albüme miras kalmış hissi uyandırıyor. Son derece pozitif. Elektronik altyapı olmasa ve vokaller sertleşmese direk pop müzik şarkısı olarak görülebilecek bir şarkı. Hissiyatı çok güzel, üstünde durmamak olmaz. Hani bazı sabahlar kendinizi gerçekten yaşıyor hissedersiniz ya, güneş sizin için doğmuştur, simitçiler, dolmuşçular bile daha candan görünür size. Hayat daha bir yaşanılasıdır, renkler daha canlıdır. O gün niye yaşoıyorum ben diyecek, yakınacak şeyler bulamazsınız. İşte bu hisleri sunuyor Shalott. Daha da güzeli bunu yaparken bile ölümden bahsetmeyi becerebiliyor. Lafa başladığımız noktaya dönüyoruz ve tepetaklak olmadan önce Barok yapının bu güzel örneği için bravo diyoruz.

Barok diye o kadar laf söyledikten sonra, bir sonraki şarkının adını yazarken insan yüksek sesli bir hayda çekiyor. Çünkü sıradaki şarkının adı “Gothic Lolita.” Ben anti Amerikan rüyasıyım, ben sadece ölü zavallı bir kızım gibi beni gıcık eden şarkı sözlerinin yanısıra, kasıtlı olarak kötü yapılmış bir vokali var şarkının. Albümün hiti olarak görülen bu şarkı radyo istasyonlarında kendine yer bulmuş bir çalışma. Gel gelelim albümün en zayıf keman ve altyapısına sahip olduğunu düşündüğüm bu şarkıyı hiçbir zaman sevemedim. Hele Pet Shop Boys’u andıran tonları hasta ediyor beni. Sevenler çıkar belki bilmiyorum ama albümün en zayıf halkası olmasının yanısıra, isim seçimiyle de bu şarkının en tribüne oynayan şarkı olduğunu düşünüyorum.

Dead is the New Alive, Gothic Lolita çirkefliğinden sonra kulağa hoş geliyor. Gitar solosu gibi bir keman solosu biraz abartı duruyor bu şarkıda ama solonun sonunda vokalle uyumu hiç fena duruyor.

I Know Where You Sleep’in ne anlattığı adından fazlasıyla belli. Çeşit çeşit vokalleriyle uğraşılmış. Brutal vokallerini beğenmiyorum ancak bu vokallerden sonra gelen klasik kısım etkileyici. Biraz eski Garbage’ ı hatırlatıyor bu şarkı ayrıca bana. Albümün en deneysel çalışması olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim.

Ve kapanış şarkısı Let the Record Show. Bazı şarkıları ilk dinlediğinizde bile anlarsınız albümün açılışı ya da kapanışı için yazıldığını ve bu şarkı kesinlikle kapanış için yazılmış. Herşeyiyle muntazam ama deneysel vokallerini ilk dinlediğinizde alışamayabilirsiniz. Yine de keman melodisi sizi yakalayacaktır çünkü tüm albümdeki en tatlı melodilerden biri bu şarkıda.

Sonuca gelirsek, Opheliac albümü kesinlikle özgün bir albüm. Barok-elektronik tarzda fazla albümle ben daha önce karşılaşmadım. Emperor Ihsahn ve eşinin envai çeşit gruplarında Barok etkiler kullandığını yadsımamak gerek tabi ki. Ancak Ihsahn’ın bulaştığı tüm işler sırtını sert rock yapılara ve metale dayıyor. Opheliac albümünün böyle bir dayanağı yok. Onun yerine kemandan destek alıyor bir de Emilie Autumn’un fiziği bile albümün satması için yeterli gibi gözüküyor. (Sadece kapağına bakıp albüm alanlar utansın.)

Gelecek Autumn’a ne getirir bilmiyorum ama bu albümle yakaladığı şöhretten memnun olduğunu düşünüyorum. (Kendisini bir kaç ay önce iki ayrı yabancı derginin kapağında gördüm.)

Acaba önceki haliyle kalsa, uzun eteği, sarı saçları ve makyajsız sevimli haliyle bu albümü kaydetse ve yayınlasaydı yine de o dergilere kapak olur muydu merak etmiyor değilim. Bir merak ettiğim nokta daha var, acaba Paganini çalarken izlemek mümkün olur mu onu? Eğer gerçekten onun ölü bir kız mı, bir gotik lolita mı olduğunu ifade edebilecek bir insan varsa o insan “Şeytanın Kemancısı” değildir de kimdir?

-Bu albüm benden 10 üzerinden 7 alır.

-Opheliac Box setinde Emilie Autumn’un pekçok videosu olup, bunlar yer yer son derece erotiktir. Küvette şarkı söyleme sahnesi akılda kalıcıdır.

-İmaja kasıldığı kadar şarkıların altyapısıyla uğraşılmamış hissi bende vuku bulmaktadır.

-Klaus Kinski’nin başrolde oynadığı Paganini adlı film izlenmeli izletilmelidir. Elde yoksa, Kırmızı Keman’da avutucudur.

Hiç yorum yok: