30 Haziran 2008 Pazartesi

The Old Dead Tree - The Water Fields (2007)


The Old Dead Tree ile yeni tanıştık. Hatta biraz zorlamalı oldu bu tanışıklık. Dikkatimi kapak tasarımı çekti ve ilk artıyı böyle aldı benden. Sonra grubun adını öğrendim. "Yaşlı Ölü Ağaç" üçlemesi hoş şeyler uyandırdı bende. Ne zaman ki kimdir bunlar diye araştırma yaptım, Fransız olduklarını ve tarzları için Dark-Gotik-Pop-Metal kelimeleri geçtiğini gördüm ve tamam dedim, bu bana yaramaz. Sonra birden aklıma çok sevdiğim Novembre geldi. Novembre'nin müziğinin tanımlanmasında da kelimesi kelimesine aynı şeylerin yazıldığını hatırladım. Fransız menşeili gruplardan Elend ve Misanthrope haricinde hiçbirinden zevk almadığımdan, yine hafif bir şüpheyle albüme kulak verdim. İşte tam burada bir tepki vermek gerekiyor. İsterseniz Bingo deyin, ben terbiyesizim ha s.ktir diyeceğim çünkü beklediğimden bir kaç kat iyi bir grupla karşılaştım.

Yaşadığım sürprizden bahsedeyim hemen. Bana grup kime benziyor diye soracak olursanız size tek isim veririm ve bu da yeterli olur: Novembre. İki şeye seviniyorum. İlki Novembre'den yola çıkarak bağlantı kurduğum bir grubun tarzındaki bu benzerlik sonucunda Novembre dinlemek istediğimde bir alternatife kavuşmuş olmak, ikincisi de Novembre'yi tanımlamak için vaktiyle kullandığım benzerlikleri betimlemekle bir kez daha uğraşmak zorunda kalmayacak olmam. (Dileyenler Novembre'nin Materia albümüyle ilgimi yazımı okuyabilirler.) Şunu da söyleyeyim, Novembre'nin Materia döneminden önceki albümlere biraz daha yakın The Water Fields albümü. Bunun en önemli sebebinin de sertlik ölçeğinde The Old Dead Tree'nin son dönem Novembre'ye iki ölçek ağır basması.

İlk paragrafa cevaben grubun ne kadar dark, ne kadar gotik, ne kadar pop ve ne kadar metal olduğunu açıklamam gerek. Dinlediğiniz müzik kesinlikle metal -ki gitarın cazırtısı ve twin pedal atakları bunu sonuna kadar sağlıyor. Metal dünyasının neresinde derseniz, ağırlıkla death metal kıta sahanlığında dolaşıyor diyebilirim. Ne zaman ki akustikler konuşmaya başlıyor ve yer yer sinsi piano sesleri duyuluyor, o zaman dark tanımını yeterince kabul edebiliyorsunuz. Gotik bahsini kapatalım, müzikal tarz olarak gotikle alakası yok ama hissiyat olarak doğrudur. Pop etiketini de illa kabul etmek isterseniz -ki bence gereği yok, fazlasıyla ticari bir etiket, grubun temiz vokallerinin yer yer fazla ağlak kaçmakla birlikte (aha da Fransız vurgusu) pop albümlerinde yeterince karşılaşılabilir bir tonda olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu vokallerde yeri gelince bariz bir Muse etkisi de belli oluyor ama hiç sırıtmamış.

The Old Dead Tree, 97 yılında kurulmuş bir grup ve kurucu kadrodan geriye tek kalan isim vokal gitar Manuel Munoz. Vincent Danhier basları, Foued Moukid davulları çalıyor. Grubun bestelerinde en çok söz sahibi olan diğer gitarist Nicolas Chevrollier'in 2006'da ayrılmasıyla grup zor günler geçirmiş olsa da, LUX EXTERNA grubundan Gilles Moinet'in dahil olmasıyla bu krizi atlatmışlar. Gilles, grubun açıklamalarına göre pek çok besteye yeni yönler çizmiş ve grubu yeni yollara taşımış. Açıkçası, grubun eski hali konusunda pek fikrim yok. Bu albümden önce iki albüm yayınlanmış. Bu albümlerin neticesinde vaktiyle Epica ile bir Avrupa turnesi yapmışlar ama daha da büyük bir patlama yapamamışlar. Grubun eylül sonu çıkacak bu albümle müzik piyasasında bir kaç basamak birden çıkması şiddetle muhtemel.

Çözümlemeye gelirsek, açılış şarkısı Start the Fire ve ikinci şarkı Don't Wake me up'ın içiçe geçmiş bir bütün olduğunu söyleyelim. Ancak bu bir dönem In flames'in falan sıkça uyguladığı biri biterken diğerinin başlaması gibi bir numara değil. Yani aslında Start the Fire hiç bitmiyor sadece Don't wake me up'a dönüşüyor. Alışılmadık bir bağlantı yapılmış ve iyi ki yapılmış diyorum. Neyseki sırf bu bağlantı yüzünden grubun tarzını tanımlarken bir de Progresif kelimesi eklenmemiş. İddiasına varım, Novembre, Opeth, Katatonia sizin müzik zevkinizde önemli yerlere sahipse daha açılış şarkısıyla grupla bir bağınız oluşacak. Albümün başlangıcı kesinlikle sert ve dinamik kotarılmış, kafa sallatma potansiyeli yüksek. Dakika 1.43'den itibaren kendini gösteren kısa akustik arpejde albüm hakkında kısa bir özet sunuyor bize. Albümümüzdeki şarkıların hemen hepsi iki yapının karşılıklı dönüşümüyle iç içe geçmiş. Sert gitarlı, sert vokalli hızlı kısımlar ve temiz vokalli akustik gitarlardan destek alan melankolik kısımlar. Bu iki yapıyı lafa gelince iç içe yerleştirmek kolaymış gibi geliyor ama yapılan iş kesinlikle kolay kolay karşılaşılmayan derecede profesyonelce. Çok fazla rifle karşı karşıya kalsanız bile, kurulan iyi denge sayesinde kafanız yorulmuyor ve müziği rahatlıkla kabullenebiliyorsunuz. (Evet böylece ilk iki şarkıyı tanımlayacakmışız gibi yaparak albümü özetlemiş olduk.)

Dive isimli üçüncü şarkının giriş rifi beni Katatonia Discouraged Ones'a götürdü. Çok yakın değil aslında, temposu baya yüksek bir kullanım sonucu Katatonia'ya göre daha hızlı bir müzik dinliyoruz. Dive iyi bir şarkı ve vokalde bahsettiğim Muse etkisini bu şarkının temiz vokalli kısımlarında yoğun olarak hissedeceksiniz.

What's Done is Done'ın (bence rezalet bir şarkı ismi) ilk on saniyesi piyasayı kaplayan Ezik Amerikan Alternatif müziklerine çok benzese de, sonra bu şarkı sizin için çok fazla şeyi harmanlıyor. Muse etkisi, Alexis On Fire etkisi, hatta In Flames etkisi. Bir de gitarın aralara serpiştirdiği Funk numaralarıyla çok yönlü bir şey çıkıyor karşınıza. Netice nedir derseniz, ben başarılı derim. Albümde en beğendiğim şarkılardan biri. Ancak bu kadar karmaşık giriş çıkışlar, biraz atmosfer ve ruh kaybına sebep olmuş bunu da söylemeliyim. Yine de ben bunu görmemezlikten gelirim çünkü bir şarkının gaz üstüne melankoli sonra bir daha gaz vermesi çok kolay yapılabilen birşey değil. Öyleyse gönül rahatlığıyla bu şarkı için albümün hitidir diyebilirim.

Albüme adını veren şarkı The Water Fields akustiklerle güzel bir başlangıç sunuyor. What's Done is Done'ın karmaşık yapısından sonra bu şarkı daha basit diyebiliriz. Ne de olsa distorşına geçişler de ruh halinizi fazla zorlamıyor size ne veriyorsa ona devam ediyor ancak 2.52 anından sonra grup kesinlikle konserde canlı çalınmak için yazılmış riflerle size bir süre yine kafa sallatıyor. Canlı performans sırasında da Hey Hey diye bağırarak boşlukları doldurmanızın bekleneceğiniz tahmin etmek zor değil.

Is Your Soul for Sale yine her tarzdan müzik dinleyicisini yakalayacak kadar güzel bir girişe sahip. İlerlerindeyse bu her tip müzik dinleyicisiyle sert müzik dinleyicilerini yine ayırıyor ama onların kaçmasına izin vermeden tekrar ilk halini almayı biliyor. Evet ben bunu gerçekten seviyorum çünkü içlerinde ne varsa ortaya dökmüşler ve onların içinde olanlarda hepimizin içinde olanlar gibi. Asla sadece aşk yok, sadece nefret, sadece anlayış ya da sadece korku yok. Hepsi farklı oranlarda ve yeri geliyor biri bazen de diğeri öne çıkıyor. Diğerleriyse kaybolmuyor sadece geri planda sessizce sıralarını bekliyorlar. Bu paragrafı yazdıktan sonra albüm kapağına bir kez daha bakıyorum da, bu kapak temelde tek bir şey anlatmaktan uzakken herşeyi anlatır gibi. Old Dead Tree'nin müziğine ne kadar da yakışıyor.

Is your for Sale'den A Distant Light was Shining'e geçişte yine ilk iki şarkıdaki geçişte olan bağın aynısı var. Yani şarkı diğerine dönüşüyor. Öyle ki, A Distant Light was Shining direk olarak nakaratla başlıyor demek yanlış olmaz. Yine başarılı bulduğum bir şarkı.

Albümün 8. şarkısı olan Regarding Kate'in özellikle müzisyenlerin ilgisini çekecek bir şarkı olduğunu düşünüyorum çünkü bateristin pedal kullanımı kesinlikle özgün. Şarkının aksayıp duran yapısı da gerçekten ilgi çekici. Ancak şunu da söyleyeyim albümde tekrar tekrar dinlemek istediğim şarkılardan değil.

Rise to the Occasion, rahatsız edici bir rif üstüne kurulmuş bir şarkı. Belki bir parçacık Tool'u düşündürebilir. Tool'la pek aram iyi olmadığından mıdır bilmem ama benim için vasat bir çalışma. Malesef ki albümün 5.45 ile en uzun süresine sahip şarkı. Bir tek bu şarkıda tek rif inatla tüm şarkıya hakim olmuş.

Sondan bir önceki şarkı olan Hey!, son derece değişik bir rifle açılıyor. Black Sabbath çalışmalarını andıran bu riften sonra grup kendine özgü geçişli yapısına geri dönüyor. Bu şarkıda da bu basit rif farklı partisyonlar arasında bir bağlaç görevi görmüş. Değişik partisyonlar beni tatmin edecek kadar güzel olduğundan önceki şarkıdaki gibi sıkılmıyorum derken farkediyorum ki şarkı çaktırmadan yine değişerek This is Now Farewell'e dönüşmüş. Bu sefer geçiş öncekilere göre daha rahat hissedilebiliyor. Tabi eğer siz albümü mp3 olarak dinlerken gerekli ayarları yapan bir program kullanmıyorsanız şarkı geçişlerinde saniyelik boşluklar olacağından bu geçişler direk kulağınıza çarpacaktır. Farewell'e gelirsek, vokal içermeyen bu şarkı, elveda demek için güzel bir çalışma ancak yine de albümün en iyilerinden değil. Farewell sonlanırken daha doğrusu bir anda pat diye kesilirken yerini senfonik bir outro alıyor. Bu numaralardan sıkılmış olabilirsiniz belki ama bu kısacık outro bence albümün en depresif anına denk geliyor. İlginç bir an ve itiraf edeyim Marduk'un son albümündeki (Opposer Accuser'daki final gibi mesela) karanlık hissiyatından beri yakalayabildiğim en yoğun karanlık hissiyatı bu outroda gizli.

Albümle ilgili değinmediğim tek bir nokta kaldı o da albümün bir concept albüm olduğu. Bunu da zaten sonradan okuduğumda öğrendim çünkü ruh hali bu kadar değişken bir albümde o concept bütünlüğünü dinleyerek yakalamıyorsunuz. Sözlerini de öyle oturup dikkatli inceleyemedim ki zaten yer yer vokal tekniği yüzünden karambole geliyor. Söz yazımı biraz Anathema'ya benziyor diyebilirim sadece.

Son aylarda yeni keşfettiğim gruplar arasında kesinlikle en iddialı bulduğum grup The Old Dead Tree. Kendileine bu albümle 8, hatta 8,5 veriyor; yaşlı ağaçtan, yaşlandıkça daha da güzel albümler beklediğimi belirtmek istiyorum.

Hiç yorum yok: