30 Haziran 2008 Pazartesi

Fields of the Nephilim - Mourning Sun (2005)


Albümün kritiğini yazmadan önce yeraltının en büyük gruplarından birinin önünde saygıyla eğiliyorum. Fields of the Nephilim bunu hakediyor.

İlk önce grubu biraz irdeleyelim. Grup 80’lerin başlarında kuruldu. Karanlık olguyu paylaşan bir grup müzisyeni çevresinde topladı Carl McCoy ve önce İngiltere ardından tüm dünya seslerini duydu bu karanlık adamların 1985’deki ep’leriyle. Tarzlarını kendileri tanımlamadılar. Onlara gotik dendi ve doksanlı yıllarda grup dağılma kararını alana kadar en büyük gotik gruplarından biri olarak kabul gördüler. Dağılmalarıyla birlikte grup bir efsane halini aldı. Sisters of Mercy ve London After Midnight’la bir tutuldular, yani çağın en ünlü gotik rock gruplarıyla.

-Gotik rock hakkındaki görüşlerimi daha önceki yazılarımda fazlasıyla belirttiğimden burada detaya girmeyeceğim ama gotik rock denen tarzın özünün bayan vokalli senfonik rock gruplarıyla uzaktan yakından bir alakası olmadığını bir kez daha belirtmek isterim. Sisters’ın, London’ın ve Fields of Nephilim’in seksenli yıllardaki haline kulak verirseniz, gotik rock denen şeyin nasıl ortaya çıktığını çok rahat görürüsünüz.-

Grubun en büyük özelliği, karanlık olana ve yasak olana karşı büyük sevgisiydi. Aleister Crowley’nin düşüncelerinden etkilendiğini çok sık dile getirmekle birlikte, grubun beyni McCoy, başta şamanizm temalı olmak üzere, her tip ritüelden kendine yol çizmekteydi. Bu yüzden bir müzik grubu olmaktansa, yer altında büyüyen aykırı bir akım halini almıştı Nephilim. Ayrıca McCoy, bir Sergio Leone fanatiğiydi ve bunun Nephilim’e iki tane etkisi vardı. Müzikal olarak western temaları işlemese de grubun müziğindeki atmosferin kullanımı yer yer Morricane müziğini andırıyordu. Ayrıca grup sahneye türdeşleri gibi beyaz pudralı yüzler, püsküllü gömleklerle çıkmaktansa, pançolarla ve kovboy şapkalarıyla çıkmayı tercih ediyordu. Garip geldiğini kabul ediyorum ama McCoy’u bir kez sahnede bu halde görürseniz inanın fikriniz değişir. Tüm zamanların en kült solistlerinden biri olan bu adamın karizması, başta Tiamat olmak üzere pek çok grubun sahne anlayışına yeni bakış açıları getirmiştir. (www.fields-of-the-nephilim.com ‘da kendi gözlerinizle görebilirsiniz.) Kabul etmek gerek ki siyah paltosunu giymiş, başında şapkası ve gözünde devasa güneş gözlükleriyle sürekli görebileceğiniz bir gotik müzik sahne adamı değildir McCoy.

Grubun dağılmasıyla Fields of Nephilim karmaşık bir devreye giriyor. McCoy Nefilim ve Nephilim adıyla pekçok işe imza atıyor. Ancak Nefilim adıyla yapılan iki albüm bambaşka şeyler olarak karşımıza çıkıyor, çünkü nefilim nadiren gotik tınılar içerse de death metal yapısında gezinen, Morbid Angel’la kıyaslanan bir grup olarak başka bir kulvarda yol alıyor.

2002’de ise Fields of the Nephilim adıyla Fallen albümü çıkıyor. Şarkılar güzel olsa da nedendir bilinmez, çoğu insanı tatmin etmiyor. Synth kullanımındaki yoğunluk Fields’ın kendine yol çizmesini engelliyor gibi. Ayrıca resmen metal müzik yaptıktan sonra eski soundu yakalamaya çalışmakla çok başarılı bir iş yapıldığı söylenemez. Üstelik eski soundu yakalamak uğruna son derece eski yöntemlerle bir kayıt yapılınca ortaya çıkan şey beklendiği gibi yeni bir sıçrama yapmıyor. Şunu da söylemek gerekli, Fields ne olursa olsun Fallen albümüyle bile kimi yerlerde günümüz sözde gotik gruplarından daha derin atmosferlerle sizi kucaklamayı beceriyor. (Thirst isimli harika bir şarkı da var bu albümde ayrıca. Evereve’in eski dönemine yakın bir şarkıdır.)

Ve işte 2005 yılında sıra The Mourning Sun’a geliyor.

Önce albümün nasıl kaydedildiğinden bahsedelim. Fields of the Nephilim’in orjinal kadrosundan sadece McCoy var bu albümde. Diğer müzisyenlerin kim olduğu ise garip bir şekilde gizli tutuluyor. (Bu arada hernasılsa Fields of Nephilim adını kullanma hakkına aslında sahip değil McCoy. Hukuki bir yaptırımı olur mu bilemiyorum.) Albümün kayıt edildiği yerde aynı şekilde gizli tutuluyor. Çıktıktan bir süre sonra, tamamen izole edilmiş özel bir kafeste kaydedildiği açıklandı. Bu açıklamadan sonra ben de başarısız bir kayıt bekliyordum açıkçası ancak bir noktayı hesaba katamamışım. McCoy müzik haricinde bir grafik tasarım stüdyosu işletiyor ve kaliteli işler çıkartıyor. (Yani harcayacak parası var adamın.) Dolayısıyla kayıt için kullandığı bu kafesi nasıl donatmışsa, mükemmel bir iş çıkarmış. Nephilim tarihinin en iyi kaydıyla karşı karşıyayız çünkü.

Albüm günümüz gotik albümlerinde iğrenç dedirtecek kadar klişeleşmiş bir Gregorian vokaliyle başlıyor. Ardından yavaşça yükselen müzikte tam anlamıyla bir doygunluk hakim. Öyle ki gitar tonları, eski cızırtılı tonlarına çok yakın bir halde tutulmasına rağmen ilk defa bu kadar rahat dinlenilir geliyor. Shroud , yani ilk şarkı insana sisli bir atmosfer sunarken, Shroud’un son dakikasındaki kapanış rifi ve üstüne eklenmiş klasik gitar size değişik bir şey dinleyeceğinizi müjdeliyor ve evet gerçekten de değişik bir çalışma olan Straight to the Light başlıyor.

I will fly again sözleriyle başlayan Straight to the Light, McCoy’un son yıllarda kullandığı metal, geçmişte çok iyi dokuduğu gotik rock ve endüstriyelin harika bir bileşkesi. Eğer daha önce Fields of the Nephilim dinlediyseniz, bu şarkıyı duyunca tek söyleyeceğiniz şey işte 80’lerin müziği 2000’lere böyle taşınır. Yok eğer ilk defa dinliyorsanız grubu, muhtemelen elektronik müzik ve rock’ın böyle bir atmosfer altında sentezlenmesine hayran olursunuz. (Bu mu lan gotik, hiç keman yok, hatun vokal de yok bunda deme ihtimaliniz de var ama ben bunu duymazdan geliyorum.)

Straight to the Light’tan sonra benim işte bu dediğim bana göre albümün hiti olan şarkı geliyor: New God Dawn. Çünkü bu şarkı sanki 80’li yıllarda bestelenmiş ama henüz ortaya çıkarılmış bir Nephilim hiti ve müzikte vokalin şarkıya atmosfer kazandırması konusunda ders olarak okutulması gereken bir şarkı. Son derece basit sözlerle dünyaları anlatan McCoy’u alkışlamak lazım ayrıca: “Tonight, today…. Too late!”

New God Dawn’ı takip eden şarkı Requiem XIII dibine kadar atmosferik bir seksenler gotik rock / pop şarkısı ve harika ele alınmış çok güzel bir miksle bize sunulmuş. Bu şarkıyı her duyduğumda, Keşke Sisters of Mercy ve London After Midnight’ta böyle bir yapıya bürünebilsinler istiyorum çünkü gerçekten ruh var bu Nephilim’de.

Bir sonraki şarkı olan Xiberia yine metal etkilerinin çok sağlam şekilde monte edildiği bir şarkı olmuş. Groove etki yer yer Rob Zombie’yi andırmış. Bu gitar tonlarını death türevleri üstünde çalışırken tuturamayan McCoy, bu albümde bunu nasıl becermiş bilemiyorum ama iyi ki becermiş. Bu şarkıda atmosferden çok karanlık bir saldırganlık var. Sözlerinde bir ritüeli anlattığını belirtmek lazım –ki bu şarkının vokalleri bol efekli kaydedilmiş ve daha çok enstrüman niteliğinde kullanılarak harika bir iş yapılmış. Requiem adlı şarkıyla karanlık bir şatoda şömine karşısında sadece onun ışığı altında duvarlarda gölgelerin gezdiğini hayal edersiniz. Ancak Xabiria’yla aynı şatoyu ve kendinizi alevlere teslim etmek istersiniz.

Bir sonraki şarkı olan She benim çok hastası olmadığım bir şarkı olmakla birlikte adındaki yanılgıya düşmemek gerekiyor. Bir aşk şarkısı değil çünkü. Tarz olarak yine eskilere dönük bir şarkı ancak bana Fields of Nephilim’den çok, nispeten daha yoğun gitar sesi içermesine rağmen, Sisters of Mercy’i anımsatıyor. Ayrıca şarkı vokalin de kullanımı dahil olmak üzere baya bir Tiamat tarzını anımsatıyor.

She’de süregelen rifin uzantısı olarak Mourning Sun başlıyor. She’den temel farkı gitarların daha yoğun olarak öne çıkması. She ve Mourning Sun’ı birbiinden ayırmak çok doğru olmaz. 10 dakikalık bu şarkı She’yle de bir bütün olarak algılanırsa 17 dakikayı buluyor ve fade out olarak bitişiyle albümün sonuna geldiğiniz söylüyor.

En son olarak In the Year 2525 adlı bir şarkı dinliyoruz ve bu şarkı, baterisine kadar 80’ler tarzı bir gotik rock çalışması. Tek fark olarak seksenlerde uğraşılmadığı kadar vokallerle uğraşılmış olması. Nakaratında vokalin kattığı atmosfer yine gotik gruplarına ders olarak okutulabilir nitelikte.

Albüm kesinlikle modern gotik rockın nadide bir örneği olarak benden 10 üzerinden 10 aldı. Puanını kırmak istediğim hiçbir yer yok. Şarkıları tek tek ele alsam kesinlikle notlar inişli çıkışlı olur ama albümün bütünlüğünde hiçbiri sırıtmıyor. Endüstriyel müzik olarak da değerlendirilse, rock olarak da değerlendirilse herşey yerli yerinde kullanılmış. Girişteki intro insanı gerçekten biraz şaşırtıyor ama beklediğinizi alıyorsunuz. Gotik müzik denen yapıya yön veren insanları tanımak istiyorsanız Carl McCoy’un bu albümünü dinleyiniz. Ancak şunu da belirteyim, 80’ler gotik müziğinden bu albümde görecekleriniz beklemeyiniz. Atmosferi buna yakın olacaktır ama ne synth tonları ne de gitar tonları bu albümün yanına yaklaşamıyor. Ayrıca bu albümde her şarkıda en az üç çeşit vokalini duyyoruz McCoy’un, eski yapılarda ise genelde tek tonda bir vokal icra ederdi bu tarzın grupları.

En çok neyi merak ediyorum biliyor musunuz? Bu albümü dinleyen günümü grupları bu albüm hakkında ne düşünmüşlerdir. Bir fantazi yapmak istiyorum bu yüzden.

Fernando, kafa binbeşyüzken bu albümü cd çalarına koyar ve der ki “Oha lan bu ne? Ya biz galiba black metale kayarak bi halt ettik, herifler ne de güzel birşey yapmış. Ulan yeni albümde, Irreligious tadıyla Sin tadına geri dönebilir miyiz ki? Hem dur bi ya ben bu heriften daha iyi şarkı söylerim.”

Tiamat stüdyoda yeni kayıtla uğraşmaktadır. Dinlenirlerken bir anda bu albüm çalmaya başlar. Johan: “Lan biz böyle bir şarkı kaydettik mi? Bi dakka lan bu herif benden iyi vokal yapıyor, kovboy şapkası da mı takıyor? Ulan beni gruptan atıp bensiz albüm mü kaydediyosunuz? Ne? Fields of the Nephilim mi? Ha ben onları hiç sevmem.” (Halbuki hastasıdır.)

Adını yazmayacağım bir senfonik rock grubunun bayan vokali: “Hmm evet evet güzel gerçekten. Elektronik Rock bu değil mi? Keşke biraz gotik olsalarmış. Fields of ne? hiç duymadım ama solistleri yakışıklıymış bak.”

Oldu olacak bir de bizden:

Sin grubu mizanseni: “Emre benim bu şarkılar içime sinmedi az daha gotik yapılı bişiler yapalım.” “Yap lan yap, ne yaparsan yap, yeter ki yap, ulan bir kayıt 1 yıl sürer mi be?” “Tamam ben azcık daha vokale kasayım, biraz daha Fields dinleyeyim geliyorum.” “İyi içiyom ben görüşürüz.”

Hiç yorum yok: