10 Haziran 2008 Salı

Katatonia - Live Consternation


Bir sinema filmini tiyatro sahnesine dökmek. Bu albümü ilk dinlediğimde bu fikir ile cebelleşmeye başladım. Empati duyabileceğimiz filmleri bir düşünelim. Amerikan Güzeli, Dövüş Kulübü (üniversite öğrencisi için bayağı bir anlamsız ama o başka bir tartışma konusu), belki Halka, hatta işi iyice karışıklığa sürükleyelim ve Solaris, Donnie Darko diyelim. Burada anlatılan konuları, dekoru, çevreyi, atmosferi oluşturan unsurları bir yana atıp, Yeni Melek sahnesine ya da akustiği düzgün bir yer olarak Aya Irini’ye sahne kurarak, oyuncularını üstüne atıp bir tiyatro oyununda aynı derinliğe kavuşmayı umabilirmiyiz?

Katatonia gibi gruplardan herkesin belki beklentileri farklıdır. Ben Ulver’in ve Head Control System’ın sahne almama isteğini örneğin gayet iyi anlayabiliyorum. “Ben bu eseri böyle ortaya çıkardım. Mükemmel oldu ve bir daha sadece senin zevkin için aynı işlemleri bir daha yapmak istemiyorum. Bir daha aynı mükemmeliyette birşey yapamayacağımın bilincindeyim.” diyebilme olgunluğundalar. Katatonia eğer sizde de 5 adamın fiziksel becerilerinden öte bir grupsa sanırsam bu kritik boyunca aynı fikirleri paylaşacağız.

Işin teknik kısmına geçmeden öncelikle bu tip bir albümün niye yapılması gerektiğinin üstüne biraz daha gitmek istiyorum. Şimdi bir canlı albümü kaydetmek için bence öncelikle hatırı sayılır bir sahne performansı gerekir. Bu yıllardır, ki buna diktatör arkadaşlarımızında katılacağından eminim, Katatonia’nın büyük bir eksiğidir. 2001’de ilk Katatonia’yı Sold Out’ta izlediğimde Ex-İllegal başkan dahil bir çok arkadaşım tarafından bu pek sevdiğim grup küfür yemiştir. Fanatik ve müziği niye dinlediğinin bilincinde olmayan dinleyici ise yine, Anathema konserlerinde “Angelica” diye bir tarafını yırtarmışcasına söz konusu grubun şarkı adlarını yırtınmaya başladı (sanki onlar kendi playlistlerini bilmiyormuş gibi). Kısaca konudan yine kopmak istiyorum. Bu yırtınma olayına Tom Araya’nın çok güzel bir cevabı vardı zamanında ki Slayer, Harbiye Açık Hava Konserinde: “Biz ne çalıyorsak onu dinleyeceksiniz”. Yine Katatonia’ya dönersek; Katatonia müziğinin, vokalinin ve sözlerinin atmosferinden beslenen bir grup. Seyirciyi coşturmaya, durmadan kafa sallamaya, şarkı aralarında abuk yorumlar yapmaya gereksinim duyan bir grup değil. Yıllardır bu hayranı olduğum gruptan yegane beklentim, yazdıklarını pekiştirecek bir sahne hazırlamaları. Bu konuda da beklentimi yıllar sonra izlediğim Tool’un 2002 Oklahoma konseri tatmin etti ne yazık ki. Anlayacağınız benim fikrim, Katatonia’nın ticari sebepler haricinde bu tip bir albüme ihtiyacı olmadığı yönünde. Eski şarkılarını nasıl yorumladıklarını bir Ep’den öğrenmek daha hoş olurdu.

En sonunda albüme gelirsek. Bir canlı albüm kaydından öyle ahım şahım bir ses beklememek lazım. Genelde canlı albümler önce sahnede kaydedilir, sonrada stüdyolarda yapılan bariz hatalar kapatılır, rötüşlar yapılır (buna yeniden kayıt edilen kimi enstrümanlar ve vokal dahil) miksajı ve masteringi yapılır. Bunu yapmayanlar da var tabii örneğin Death’in Live in L.A. albümü gibi (örnek teşkil eder). Buna rağmen bir canlı albüm için gayet güzel bir sese ve masteringe sahip, Fascination Street stüdyoları sağ olsun. Albüm DVD + CD olarak pazarlanıyor.

Şarkı şarkı değerlendirmek yerine kimi garip durumlara parmak basmayı yeğliyorum doğrusu, çünkü şarkıları bilenler zaten oldukları albüm kritiklerinden bizim yorumlarımızı okumuştur, bilmeyenler ise zaten pek ilgilenmeyeceklerdir zanlımca. Vokaller eski konserlerine oranla daha iyi. Eski konserlerinde Jonas Renske ilk 5 şarkı seyirciyi umursamadan sesini açmakla uğraşırdı. Ancak özellikle Soil’s Song’dan evvel bağırarak gelen “Gece geç yatmayı seviyormusunuz?” ilkokul 4 sorusu gerçekten rahatsız edici. Daha nice böyle garip yorum albüme hakim. Bilmiyorum belki aranızda bu tip yorumları seven vardır ama açıkcası beni karanlık özelliği ile ünlü olmuş bir gruptan gelen bu yorumlar beni Recep’in Malmö maçında kendi kalesine attığı gol kadar üzdü. Evet bu kadar mükkemel derecede saçma bir hareket benim fikrime göre. Dahası arada bağırarak sanal coşku yaratmaya çalışılan, şarkı isimleri. Daha evvel tatsu-maki-senpu-kyaku arkadaşımızla tartıştığımız üzere ikimizin de beklentisi bu tip bir gruptan ya seyirciye uzaklık, ya da kendi içinde bir coşku yaratma çabası. Etrafını işe dahil eden bu tarzda ki bir grupla empati kurmak gerçekten zor.
Geri vokalleri gitarist ve Diabolical Masquerade Gitar/Vokali Anders Nystrom yapıyor ve gerçekten iyi yapmıyor. Hem vokalistlik yapan hem de o kadar turne de çalıp söylemiş bir insan için ve oturduğu yerde kritik yazan benim için şaşırtıcı bir olay. O kadar kafa sallama, coşma arasında bu tip hüzünlü ve duru vokalleri mükemmel yapabilmesi aslen zaten imkansız neredeyse, ama ikisi arasında kötü bir seçim yaptığına inanıyorum. Çığlıkları ama her zaman ki gibi yerli yerinde.
Grubun geri kalanına gelirsek. Davullar gayet güzel ve temiz çalınmış. Tonları da albüme gayıt yakın ki bu büyük bir başarı bence. Gitarlar da hatalar gözleniyor ki bunlar arada olan hatalar olsa beni rahatsız etmeyecek ama özellikle Leaders’ın genel ritmi oldukça rahatsız edici. Merak etmeyin bu büyük olasılıkla onların severek ve bilinçli yaptığı bir “hata”, ama beni belirli teknik sebeplerden ötürü rahatsız ediyor. Asıl garip olan grubun şarkı içinde durmadan ritm, tempo değiştirmeleri. Bu normalde amatör gruplarda çokcana rastlanan bir olgudur. Heyecan ve sahne korkusu birleştiğinde, davulcudan ritm alan grubun solo gitaristin gözünden yaş getirecek hızda şarkıları çalıp kaçma sendromudur söz konusu. Ama yıllardır sahneden olan Katatonia’da bunu gözlemlemek bence monitör sisteminde olası olabilecek bir hatanın göstergesi (ki o çapta bir festivalde bunun olması da bana uzak geliyor gariptir).

Yavaştan sonuca gelirsek bu albümü ancak Katatonia’nın elemanlarını seven dinleyicilere tavsiye ederim. Katatonia’yı kişisel sebeplerden ötürü, kitleye uyum sağlamak amacıyla dinlemeyenlerin ise bir çok üzücü ve hayal kırıklığı yaratacak öğe bulabileceğine eminim. Bir Lynch filmi olmasa bile atmosfere dayalı bu eserlerini performansa dökme çabaları bence kötü sonuçlar doğuruyor. Krister Linder’in yaptığı ve bana göre bir evrim göstergesi olan Soil’s Song remixine dönmek üzere esen kalınız.

Hiç yorum yok: