12 Haziran 2008 Perşembe

Tiamat - Wildhoney (1994)

1990’lar Avrupa’da metal müziğin altın çağıydı. O dönemler de nuclear blast ve century media inanılmaz saygın firmalardı. Hem yeterince yer altında kalabilen hem de yeterince tanıtım yapabilen firmalardı. Tek kelime ile idealdiler. 

Century Media o günlerdeki şaşasını kuşkusuz birazda Tiamat’a borçlu. Eğer Wildhoney bu kadar çok satmasaydı eminim Century Media bugünlere gelemezdi. Tabii bu bahsi geçen iki büyük firmanın gayet karaktersiz gruplara sadece ürün mantığı ile yaklaşması ve bu ürünü Amerikalı firmalar edası ile pazarlamaya çalışması birazda o yıllardaki ani büyümedendir. Şunu unutmamak gerek bundan bir kaç yıl önce sert avrupa metalinin kalesi olan bu iki firma şimdi metalcore denilen tarz ile el ele verip güzelce katletti avrupa metalini ve o zarif estetik anlayışını.

Tiamat’ın değişim sürecinden grubun biyografisinde bahsetmiştik. O yüzden Wildhoney’inin bir önceki albüm ile olan ilişkisine ve grubun tüm albümleri içindeki yerine biraz daha yüzeysel yaklaşmak istiyorum. Kısaca Clouds (bir önceki albüm) death-doom metal’in pink floyd’a bulanmış hali denilir, bu aşırı yüzeysel betimleme pek açıklayıcı olmamış olabilir ama kesinlikle yanlış sayılmaz. Wildhoney ise grubun bu denklemin death kısmından biraz daha uzaklaştığı albümdür. Fakat denklemden death’i çıkarmak demek grubu pink floyd’da bulanmış bir doom grubu haline getirmek demek değil. 

Tiamat için bazı kaynaklar da bir dönem doom yaptı derler. Ben bu görüşe pek katılmıyorum ve grubun doom’a en yakın olabilecek albümü wildhoney’in bile tam olarak bir doom albümü olmadığını düşünüyorum. Sanırım en iyisi biz denklemimiz de death ile açılan boşluğa gothic ekleyelim. 

1990’lar Avrupa metalinin büyümesi ile aynı zamanda gothic metalinde yükseliş zamanıydı. Wildhoney sadece Century Media’ı zengin etmedi, aynı zamanda bu yükselişe de ciddi bir katkıda bulundu. 

Wildhoney’in grup için önemli olduğu bir nokta her halde artık Tiamat’ın bir gruptan ziyade Johan Edlund ve Johnny Hagel projesi haline gelmesidir. Kayıtları o yılların en popular stüdyolarından birisi olan Woodhouse’da yapılan albümün materingini woodhouse denince hemen akla gelen Waldemar Sorychta yapmış. Ayrıca klavye partisyonlarınıda o çalmış (gaia’daki kötü klavye tonları için onu suçlayabilirmiyiz?). Bayan vokallerde ise woodhouse’de kayıt yapan her grupta muhakkak vokal yapmış olan Birgit Zacher (Sentenced Moonspell gibi) var. 

Albüm, kendisine adını veren wildhoney introsu ile başlıyor. Kuş sesleri ile başlıyan intro albüm hakkındaki beklentileri anında farklı bir yere taşıyor. Alpej gitarlar yavaş yavaş kuş seslerine eşlik ederken bizi donuk bir ruh haline sokuyor ve what ever that hurts bizi iyimser ama tedirgin introdan kurtarıp albümün karanlık tarafına çekiyor.

Whatever That Hurts Tiamat tarihinin en karanlık iki şarkısından birisidir (diğer ise zaten yapı itibari ile bu şarkıyı andıran Return Of The Son Of Nothing’dir). Aynı zamanda minimalist yapısı ile oldukça şaşırtıcıdır. Johan ve Johnny bu şarkıda vermek istediklerini çok fazla notaya ve melodiye ihtiyaç duymadan vermeyi başarmışlar. Açıkcası inanılmaz duru ve etkileyici bir anlatım şekli olmuş.

Bu albümün en güzel özelliği bir şarkıdan diğerine geçerken hiç boşluk olmaması. Onun yerine bir birinden ilginç geçişler kullanmışlar (bu geçiş şekli sonradan moda oldu ve bir çok grup kullanmaya başladı). Bu geçişlerden en iyisi (hatta şimdiye kadar yapılmış tüm bu tarz geçişler içinde bile) The Ar’a geçiştir. Whatever That Hurt kapanırken yavaş yavaş The Ar’ın ana melodisini klavye eşliğinde duymaya başlarız. Sonra davul susar ve elektro gitar melodiyi devralır ve The Ar bütün ihtişamı ile başlamış olur. Basit bir şarkı. Fakat inanılmaz etkili bir melodi. Zaten tüm şarkı o melodinin tekrarı üzerine kurulu. The Ar aynı zamanda benim Tiamat ile tanıştığım ve grubu sevdiğime karar verdiğim bir şarkıdır. Zaten o günlerde herkez Moonspell’den Vampiria ile Tiamat’dan The Ar’ı severdi. Bana o günlerde özellikle şarkının ortasındaki donuk pasaj çok ilginç gelirdi. Hala dinlerken kendimi ritme eşlik ederken bulduğum efsanevi Tiamat şarkılarından bir tanesi. 

25th Floor albümdeki ara introlardan bir tanesi. Tiamat için bir gelenek haline gelen bu alışkanlık bir çok grupta (özellikle Cradle vari gruplarda) çok sıkıcı oluyor fakat Tiamat bu introları albümün ruhunu oluşturmak için kullanıyor ve bence işini gayet iyi yapıyor. En azından dinlerken başladığını ya da bittiğini hissetmiyorsunuz yanı varlığı ile sizi albümden çıkarmıyor.

Gaia. Güzel şarkı, kötü klavye tonlarına rağmen çok güzel bir şarkı. Ayrıca güzel dünya için bir ağıt. Sanırım Johan Edlund ile bir röportaj yapsak insanlardan çoğu zaman ne kadar nefret ediyorsa doğayıda o kadar çok sevdiğini söyleyecektir. Fakat Gaia gibi bir şarkı varken böyle bir beyana ihtiyaç duymayadabilir. 

Wildhoney için sert bir albüm değil demek doğru olacaktır. Fakat Visionaire için albüm standardına göre sert diyebiliriz. Özellikle açılışı ile etkilendiğim şarkı sözleri ile hayal kurmaktan vaz geçmemeye teşvik ediyor beni. Hayal perestleri kimse sevmez, kimse anlamaz, çünkü kimse onları takip etmeye ve onlarla birlikte hayallerin içinde kaybolmaya cesaret edemez. 

Ve bir şimşek çakar, birazdan yatağında mışıl mışıl uyuyan sevdiğimizin kulağına beni rüyanda görüyormusun diye fısıldıycaz ama önce Kaleidoscope ile yağan yağmuru biraz daha dinliyoruz.

Do You Dream Of Me’yi ilk dinlediğim de ne düşünmem gerektiğini bilememişim. O günlerde de sevgiliye hitap eden şarkılar biliyordum, bu gün ise çok daha fazlasını biliyorum fakat bu şarkıdaki gibi bir hitap ile hiç karşılaşmadım. Bu şarkı salt bir duyguya hizmet etmiyor. İlk dinlediğimde de etkilenmiştim ve her dinleyişimde tekrar etkileniyorum.

Planets albümdeki son intro. Albümde neredeyse her şarkı için bir intro oluşu albümü sırdan bir albümden ziyade bir hikayeye hatta bir serüvene çeviriyor. Açıkcası bu parçalara intro demek belki onlara haksızlık etmektir. Planets bu entrümantel şarkılar içinde en etkili olduğunu düşündüğüm parçadır.

A Pocket Size Of Sun sanki yıllar önceden bizi Skeleton Skeletron’a hazrılayan bir parça. Sanırım Best Friend Money Can Buy Johan Edlund’un daha o günlerde ulaşmaya çalıştığı bir noktaydı. Bu şekilde bakarsak hem şarkı sözü olarak hemde müzikal yapı olarak A Pocket Size Of Sun’a Best Friend Money Can Buy’un atası diyebiliriz. 

Bir çok Tiamat hayranı grupla Wildhoney ile tanışmıştır. Bu dokuz şarkılık serüven bir çokları içinde grubun en mükemmel ürünüdür. Bana kalırsa Skeleton Skeletron’dur fakat Wildhoney’in kusursuzluğunu ve grubun tarihindeki önemini kesinlikle reddedemem.

Hiç yorum yok: