30 Haziran 2008 Pazartesi

Moonspell - Irreligious (1996)


Bazı albümlerin kendi hikayeleri vardır. Bazı grupların da. Kanımca Moonspell, üç efsane albümüyle, üç ayrı dünya sunarak bizlere, müzik tarihine (hadi biraz daha eleştirici olalım), müzik dinlemesini bilenler için müzik tarihine üç özel nokta işaretlemiştir. Sin/Pecado ve Wolfheart’ı Saffah ele aldı, onun sözlerinden okuduk müziği. Sıradaysa inançsızın, dinsizin hikayesi var. Irreligious damgalı kırmızı şeytanın hikayesi… Ya da kendi hikayemi içinde bulduğum noktalarıyla Moonspell’in Irreligious yansımaları. Okuduğunuz harf denen izler siyah olabilir ama kritik öncesi son kelam: Irreligious kırmızıdır. Harflerim siyah da olsa, siz kırmızı gözlüklerinizi takın bu yazıyı okurken.

Müzik bittiğinde ışıkları söndür. Rock müzik tarihinde önemli bir yeri vardır bu sözün. (Bakınız: The Doors) Oysa Perverse, Almost Religious introsu çalarken, yani müzik henüz başlamışken ışıklar sönüyor. Kilisede bir ilahi mi söylüyor bu sesler?Yoksa ben kutsal olanın arayışına öylesine kaptırdım ki kendimi, kutsalın manasından bu derece de uzaklaştım ve duyduğum her ego çığlığını ilahi mi sanıyorum? Tüm zamanların en iyi introsu olmayabilir, ama ardından gelen şarkıya sizi çok iyi hazırlıyor “Sapkın, nerdeyse dindar” olan. (Zamanla Moonspell’in örnekleme kullanmak konusunda nerelere geleceğine de ışık tutan bir şarkı.)

Ve albümün kıpkızıl şehvetli yüzü ilk defa bedenini bize gösteriyor: Opium. Yüzüne kırmızı peçe takmış, nargileden tüten dumanların içinde parmak uçlarında yürüyen bu dişi beden, şeytana giydirilebilecek en güzel tenle bezenmişse eğer siz de Opium’a, haşhaşın ruhuna, yani esrara merhaba dersiniz. Şuh bir kadının kahkası gibidir, daha henüz girişteki notaları hafifçe titreyen gitar. Bas ritmi ihtirastır bu şarkıda… Ve Fernando’nun sesi. Yasak olan her neyse sizi ona davet edendir. Günah ağacının elmalarını yemeye çağırmakla kalmaz, tohumlarını etrafa saçmak için de tahrik eder sizi.( It burns in me and in you)

Moonspell Opium’la çok özgün bir şeye imzah atmıştır. Neredeyse gülümseyen bir gitar melodisinin üzerine (sizi baştan çıkartmak isteyen fahişenin gülüşüdür bu) ve peşinden gelen rahatlatıcı klavye tonlarının üstüne (ve işte fahişe yavaşça dokunur size, kokusunu duymanızı ister, tenin sıcaklığını duymanızı) bas vokaller kaydederek, dinlenilmesi çok kolay bir şarkı kaydetmiştir. Şeytan detaylar da gizlidir derler, o bahsi geçen detaylar bu basit yapının altındaki detaylardır. İlk dinlediğiniz de garip, ikinci dinlediğiniz de ilginç, belki üçüncü de güzel dersiniz. Klibi izlediğinizde yazılar yazan adamın Marquies De Sade olduğunu anlarsanız eğer şarkı sizde tam olarak yerine oturacaktır. Ve Moonspell’in ait olduğu yere yolculuğunuz başlayacaktır. ( You are a strange flower, we are your strangers fruit.)

Sonra…Hafif bir soluk alma anıdır sonrası… Zira tüm şarkılar birbirine dokunarak, aralarındaki boşluklar kaldırılmış şekilde kaydedilmiştir. Ancak Awake’in girişinde arpejin üstüne uzaktan gelen sözleri dinlerken; siz, sizi baştan çıkarmış ve karşınızda çıplak olarak duran şeytana son kez bakarsınız. Az önce aranızda ne geçtiyse soluk soluğasınızdır ve Awake o anın uyanış şarkısıdır işte.

Awake’de mükemmel bir bütünlük vardır odayı dolaşan klavyenin yaylı tonlarında sesleri ve Fernando’nun bezgin vokalinde. (We are our past failing to come back)… Ve her Awake deyişiyle bu hayata küsersiniz. Uyandığınız hayatın başkasına ait olmasını istersiniz. Oysa başkası yoktur: “All of us, Visionaires with a rope around our neck.” Boynunuzdaki o ipi çıkarmak bir tercih midir?” Olabilir ama bu seçim size ait midir yoksa Tanrı’nın seçimi mi?…Sapkın… Neredeyse dindar…

Öyleyse? Artık soluk almanın önemi yoktur. Bu yüzden davulun twin hamleleriyle başlar For a taste of Eternity ve “Die!” diye seslenen Fernando’nun sesiyle. ( Bu seste birşey, Opium sonrası kırmızısına mı kavuşmuştur? Hayal mi? Belki de, ama bir parça sonsuzluğun tadına bakmak için değmez mi? )

Sert vokalleri bu şarkıda çok iyi yerlere yerleştirmiştir Fernando ve A taste of Eternity sözünü duymadan önce gitarın yaptığı küçük numaralar ilgi çekicidir ama şarkı kulaklarınıza kesinlikle “Undesired” vurgusuyla kazınacaktır. İnip çıkan şarkının son dakikasına girerken (2. dakika sonlarında) yükselişi özeldir. “Take my hand and taste … “ derken vokal, gitar bir çözümlemenin geldiği hissini uyandırır sizde. Ve şarkı yükseldiği yerden kendini uçuruma bırakırken sözler tamamlanır: “… Eternity.”

Sonsuzluğa kollarınızı açıp atladığınız boşlukta elinizi tutacak bir şeytan vardır artık: “Take my hand and find a new god!” Sonsuzluğun içinde teslimiyetimizden sonra, hikaye bizi içine almıştır artık. Çünkü şu andan itibaren aynanın diğer yüzüne geçmiş oluruz. Gotik ve atmosferik müzik için kesinlike klasik kabul edilebilecek “Ruin and Misery”’de anlatım ilk defa üçüncü tekile döner çünkü. Şarkıda biz der ama bu bahsedilen biz, kapağında Irreligious yazan kitabın sayfaları arasını kendine mesken edinenlerdir. Bu kişiler birbirine ihitiyaç duyan ama bir şekilde birbiriyle iletişim kuramayanlardır. Zaten bu iletişimsizlik onları birarada tutar aslında. “The only love between us was hate.” Nefret dolu bir aşka inanacak kadar sapkınca, yoksa? Belki de nerdeyse dindar… (İntrodaki örneklermelerin bu şarkıda yer yer göz kırpmasının sebebi boşuna değil.)

Ruin and Misery’de önemli bulduğum noktalardan bir tanesi, kilise korosu tarzı örneklemelerin ilk defa yoğun gitar rifleriyle birlikte kullanılması. Bunun pek fazla örneği yok çünkü bu tip numaralar, gitar bazlı müzik yapan grupların şarkılarına derinlik katmak için gitarın geride kullanıldığı kısımlarda başvurdukları hileler olmakla birlikte, Moonspell’in yöntemi farklı. Distorsiyonun arkasında ruhu sunuyor size. İki ayrı taraf gibi. Sert sözleri olan bir gitar ve söyleyecek sözü olmayan ama uğuldayarak yakaran bu koro vokali örneklemeleri. Albümün içine yayılmış olan dinsiz dindar, sapkın sağlıklı ikilemlerine uzanmak için bir yol daha. Ayrıca gitarın nispeten geride durduğunu da vurgulayarak, yazının başında bahsettiğim üç Moonspell albümünün arasındaki farkı söyleyeyim: İlk albüm olan Wolfheart tamamen Fernando ve Ares’in ürünüdür. Ares, grubun basçısı olmasına rağmen, Fernando’yla çalışırlarken, bateriden gitara herşeyi yapmış, hatta Fernando’nun bateri çaldığı bir dönem vokalleri yapmıştır. Wolfheart’ın arkasındaki bu iki isim, Wolfheart’ın hemen herşeyini beraber kotarmıştır. Albümde ön plana çıkan başlıca bir enstrüman yoktur bu yüzden. İkinci albüm olan Irreligious’ta işe, bestelenme süreci iki dostun birlikte müzik yapması şeklinde gelişmemiştir. Irreligious’un hazırlanma sürecinde, bu ikilinin arası ilk defa bozulmaya başlamıştır. Sonuç olarak Irreligious’ta merkez tamamen vokal ve bas üstüne kurulmuştur, onları klavye ve davul takip eder. En geride duran enstrüman ise kesinlikle gitardır. Evet sololar vardır, iyi ritmler vardır ama yine de müzikteki en zayıf nokta gitardır. Kasıtlı yapılıp yapılmadığı tartışılır ama sırf bu özelliğiyle bile incelenmesi gerekli bir albümdür. Bir sonraki albüm olan Sin/Pecado’nun gizli büyüsü de, belki biraz da gitarın, Irreligious’un tam aksine gizli liderliğe soyunmasıdır. Üstelik Sin, en sert olmayan Moonspell albümü olmasına rağmen.

Moonspell’in üç büyük hitiyle ilgili bu kıyaslamadan sonra yeniden Ruin and Misery’e dönelim. Eğer gotik rock / metal örneği olarak kabul edersek Irreligious albümünü, bu şarkı bu tarzın en bariz örneğidir. Her bir şarkı hikayenin bir paragrafıysa eğer, Moonspell’in bizleri aşk gibi duygularla sınadığı bu şarkı, hikayenin düğümden çözüme açıldığı paragrafa denk gelir. İnsanların hepsinin çiğ karakterler olarak ortaya çıkacağı tam kıvamında yazılmış bir paragrafa. (Raw models on a novel of Ruin and misery…)

Grubun nihilizmle birlikte anılmasına da sebep olmuştur Ruin&Misery ancak, nihilizmin politik yansımaları da olduğunu ele alırsak ben bu şarkıdan böyle bir anlam çıkarmamaktayım. (Ancak Moonspell’in, daha sonra Sin/Pecado albümüyle ortaya çıkacak ancak fazla ön plana geçmeyecek bir politik tavrı da vardır aslında.)

Ruin and Misery’i zehirli bir öpücük takip eder. A poisened gift, grubun vampir mitlerini kucakladığı bir ürün olarak, gotik anlayışının sanatsal bütünlükle yürüdüğü bir şarkı olarak karşımıza çıkıyor. Fazla söze gerek yok, hele ki ilk 2.30 dakika için. Albümde Wolfheart tarzına en yakın olan bu şarkı, olasıdır ki o albümin çalışmalarının yapıldığı dönemde bestelenmiştir. Öyle bile olsa 2.5 dakikadan sonra giren, riften soloya uzanan gitar yapısı bu şarkıyı çok başarılı kılmaktadır. Bu kısmın ileride tekrarlanmasıyla albüm Wolfheart temalarından uzaklaşıp yeniden “Dinsiz” le kucaklaşır. Bu şarkı son zamanlarda Irreligious albümünde en sevdiğim şarkı olmakla birlikte, özellikle sözleriyle albümün temasının dışındadır. Sanki Ruin and Misery’le göklere çıktığını sezmiş olan Moonspell, küçük bir mola verip Wolfheart’a göz kırpmıştır. Çektiği yeni filminin küçük bir sahnesine eski filmiyle ilgili bir mizansen monte eden yönetmen gibi.

Ve reklam arası çabuk biter. Çünkü sıradaki şarkı “tahrip” tir, “yıkım” dır ve Perversion hem mecazi hem gerçek anlamlı haliyle bunu çok iyi yapar. Moonspell’in daha önce hiç kullanmadığı kadar örneklemeyle kurulmuştur Perversion ve sıkı Rock kalıpları kuramlarını yıkarak, gotik anlayışın gitarsız daha farklı bir boyutunu sunar. Perversion aynı zamanda “acı dini” diye nitelenmiş yeni bir çağrıdan bahseder. Şarkının son notasında, albümün içine yer yer serpiştirilmiş çan sesi bir kez daha duyulur. Perde aralanır böylece. Üç perdelik ihtiras komedisinin ve insanlık dramının son perdesi sahnelenmeye başlar.

Kırmızı şeytanın ilk göz kırpışını hatırlıyor musunuz? Opium’la insanı baştan çıkarışını? Baştan çıkarılan eski insan, şimdi, Raven Claws’la bizzat şeytandır. (Sonsuzluğu kucaklama sonrası evrimini tamamlamıştır artık.) Opium şehvet ve arzu gibi sözcüklere de başvurarak tam bir dişi gibi tasvir edilmesine rağmen şarkı tamamen kurbanın bakışıyla sert bir erkek vokaliyle bezenmiştir. Raven Claws ise rocktan çok soul müziğe yatkın bir bayan vokale sırtını yaslar ve ruhunu şeytana teslim etmiş olanın şeytan olmakta teselli bulmasını duyarız. Kurban kadındır. (Moonspell bu şarkıda da vampir mitine dokunmaktan geri kalmaz. ) Kadını kirletir, hikayeyi geçmiş zamanlı olarak anlatır ve bunu yaparken önemsediği bir şey, tıpkı Opium’da olduğu gibi anlatımın karanlık değil neredeyse neşeli denebilecek bir melodiyle yapılmasıdır. Kırmızı göz kendisiniyle bütünleştirmek istediği her adayı zevk unsurları ve yasaklarla kendine çektiği içindir belki bu. Melodiklik ve basitlik, yasağı kabullenmeyi kolaylaştırır.

Raven Claws iyi bir şarkıdır ancak üçüncü perdeyi açmak için cılız kalmıştır. Oysa oyunun devamı bütün haliyle bu cılızlığı yok edecektir.

Şeytan’a hesap verme vakti gelmiştir ve bu hikaye tarihin başından beri vicdan muhasebeleriyle inançlar kurmuş, savaşlar yapmış insanoğlunca pek çok kez anlatılmıştır. Yine de bu anlatımlardan en iyisi Gothe’nin Faust’udur ve Moonspell, yüzleşme şarkısına bu yüzden Gothe’nin ünlü şeytanının adını verir: Mephisto. Nakarattaki “Mephistooo!” çağrısı, Moonspell tarihini en iyi vokali olmayabilir ama kesinlikle kayıtın niteliğiyle birlikte, duyulduğunda en güçlü bulunacak Moonspell vokalidir. Raven Claws’da karanlık bir hikayeyi gün ışığında dinlersiniz. Mephisto’da ise güneşin önüne kırmızı bir perde çekilmiştir ve şarkı kapanırken, o perdenin arkasından bir çift gözün size bakmakta olduğunu görürseniz. Şarkının son noktasında o gözün sahibi, kahkahalar atar. Mutluluktan eser yoktur bu kahkahada. Sadece aşağılama ve belki diplerde, gerilerde bir acı. Hesap soranın da bir zamanlar neler pahasına hesap verdiğini çağrıştıran bir acı.

Mephisto sahneden inerken, Herr Spiegelmann başlar ve solmakta olan, çürümekte olan bir ses bize dinleyeceğimiz hikayeyi takdim eder:

"Everyone consider the man in the blue jacket
As the most beautiful human being they have ever seen:
Nuns saw on him the Messiah in flesh;
Satan's adorers, the lustorous prince of darkness,
Philosophers, the supreme being
Young females, an enchanted prince
Men, an ideal reflection of themselves"


Albümün en iyi yaptlarından olduğunu düşünüyorum bu mavi ceketli yabancıyı anlatan şarkının. Peki kimdir bu yabancı? İçinde şeytanla yaşayan bir varlıktan bahsedildiği ortadadır. Hikayenin devamı kesinlikle vurucudur ve Irreligious’un gizli gücü “şehvet” üstüne kuruludur. Çünkü mavi ceketli genci görenler kısa süre sonra… Bu kısmı burada kesmek gerekir, çünkü bu şarkıda Fernando, Patrick Suskind’in Koku adlı romanından alıntı yapmıştır ve detayları orada yazmaktadır. Geçtiğimiz aylarda, bu kitabın film uyarlamasının sinemalarımızda da gezdiğini belirttikten sonra, şeytanın kokusunu alanlara Fernando’nun sadece “Look me in the eye” diye değil, şarkının finalinde “Touch me in the eye” diye seslendiğini de belirtmek gerek.


Sahne ışıkları son kez söner ve Moonspell, Full Moon Madness ile veda eder. Son üç şarkı her nekadar yapısal olarak birbirini tamamlasa da, Full Moon Madness Wolfheart’taki Alma Matter gibi bir kapanış yapmak istemiyle oluşturulmuş hissi uyandırır bende. Tiamat’la çıkılan Irreligious sonrası turnede de bu şarkı kapanış şarkısı olarak seçilmiştir. Son kısımları vokalsiz olarak gayet uzun tutulmuştur şarkının. Oyunun sonuna gelen oyuncular son kez sizi selamlayabilsinler diye ve belki gözlerinde gerçekten kırmızı bir ışık olup olmadığını sizlere gösterebilmek için.

Bu noktada yazı biter. Cd çalar müziği okumaya son verir ve size tepki verircesine hafif bir inilti vererek ben bittim der. Oysa hikayeler bitmez. Son yazısı, anlatımın sonunun geldiğini haber verir sadece, anlatılmayacak kısımların olmayacağı anlamına gelmez.

Müzik biter ve odanızın karanlığında siz gözünüzü kapattığını anda kırmızı gölgeler gezmeye başlar.

Müzik biter ve siz sapkınlık ve din arasındaki bağın varlığından şüphe edilmeyeceğine karar vermişsinizdir. Oysa müzik bitmiştir ve şüphenin olmadığı yerde dinin de, sapkınlığın da aynı şeye hitap ettiğini duymak için bir çift kulağa ihtiyacınız yoktur… Bir çift kırmızı göze? Aynaya bakmanız yeterlidir…

Hiç yorum yok: