12 Haziran 2008 Perşembe

Necrodeath - Dracula (2007)

Tanıdık bir hikaye, farklı bir anlatım.

Ruh halim bir black thrash albümü yerine Tori Amos hakkında bir şeyler yazmaya daha elverişli. 2. yılımızı doldurmaya az kalmışken sitemizdeki durgunluğu, yorgunluğu ve ölü toprağını atmak adına, öncelikli olarak kendi üzerimizdeki durgunluk, yorgunluk ve ölü toprağını atmak gerekiyor. 

Necrodeath 1984 yılında, Slayer, Possessed, Kreator, Celtic Frost ve Bathory gibi isimlerin müziğinden ilham alınarak kurulmuş bir black-thrash grubu. Draculea ise topluluğun 7. uzun soluklu albümü. Gönül rahatlığı ile geleneksel bir thrash grubu olduğunu söyleyebileceğim Necrodeath, albüm isminden de anlaşılabileceği gibi black metal öğesini, şarkıları için seçtiği konsept ve müzik ile oluşturduğu atmosfer ile kazanıyor.

Draculea, tarihimiz nedeniyle iyi bildiğimiz mitleştirilmiş bir hikayeyi kendisine konu olarak seçiyor. Çok yaratıcı bir tercih sayılmaz yine de bu tarz klişelerden çok sıkılmış olmama rağmen adamların gayet iyi bir iş çıkarmış olduklarını söyleyebilirim. Herşeyden önce, thrash metalin unsurları ile çekilen bir black metal filmi izliyor gibi hissettim kendimi. Bu The Crow serisinin ilk filminin tekrar çekilmesi fakat zaman olarak karanlık çağlara mekan olarak da Avrupada geçmesi gibi bir şey. 

Kayıtları Outer Sound stüdyosunda yapılan albümün mühendisliği ise Taylor Made stüdyosunda, Peter In De Betou (Marduk ve Meshuggah) tarafından kotarılmış. Thrash sesi konusunda uzman olduğumu söyleyemem, lakin tok ama saldırgan bir ses duymayı bekliyordum. Bas sesleri ve yırtıcı gitar tonları ile beklediğimi buldum diyebilirim. 

Albüm atmosferik bir intro olan V.T. 1431 ile başlıyor. Vlad Tepes'in doğum tarihine gönderme yapan intro her hangi bir black metal grubunun klavyeler ile çok rahat kotarabileceği bir intro. Necrodeath ise gitarist olduklarını unutmadan intro hazırlamayı tercih etmiş. 

Smell of blood, dört dakikalık dokunaklı açılıştan sonra albümden beklenen tüm sertliği dinleyicilere veriyor. Önce gitarların feed backlerini duyuyoruz, yavaş yavaş davullar bizi ritme hazırlıyor ve sonra şarkı ritmini buluyor. Necrodeath dünyanın en hızlı thrash grubu değil fakat yakaladıkları ritimler ve seçtikleri metronomlar ile dinlerken yerinde durmayı zorlaştıran şarkılar yapmayı çok iyi başarıyorlar. Smell of blood, nakarat öncesi lead ritimleri ile aklımda kalan çok güzel bir Necrodeath şarkısı.

Necrodeath'de sevdiğim diğer unsur (intro V.T. 1431 de de gördüğümüz gibi) kendilerini rifler arasında şarkı yapmak için sıkıştıran tipler değiller. Bu da bilindik kalıpların biraz daha dışında, tiyatral etkili şarkılar dinlememizi sağlıyor. Party in tirgoviste etkiliyci bir rifin sunuculuğu ile başlıyan bir parça (şarkı başlar başlamaz duyduğumuz rif). Rifi en iyi sunucuya benzetebiliyorum, birazdan başlayacak olan korku tiyatrosunu sunun bir sunucu. Aynı rif şarkının nakaratını da oluşturuyor. Köprüler ve geçişleri saymazsak, şarkı bu rif ve akustik pasajlardan oluşuyor diyebiliriz. Akustik pasajlar da bize hikayenin anlatıldığı yerler oluyor. Albümün en deneysel ve başarılı şarkılarından bir tanesi.

Albüme adını veren parça Draculea, oldukça iddialı açılıyor. İlk rifteki zil atraksiyonlarına dikkat edin derim. İkinci rifle birlikte grup hız sınırlarını zorluyor. Grup hızını arttırdıkça black metalden de uzaklaşıyor hatta daha death thrash vari bir havaya bürünüyor (Legion Of The Damned ya da One Man Army gibi). Güzel bir parça ama benim favorim değil.

Fragments of insanity ile Party in tirgoviste ile ayrıldığımız korku tiyatrosuna geri dönüyoruz. Bu iki şarkı da da kendine has bir atmosfer söz konusu. Fragments of insanity estetik lead gitarı ve ona arkada eşlik eden güçlü davul basları ile uzunca bir süre, tempoyu hiç arttırmadan ilerlemeye devam ediyor. Gayet efektlerden geçirilmiş bir ses de bize şarkının sözlerini okuyor. Şarkının üçüncü dakikasında thrash müzik üzerinde tekrar hakimiyetini kuruyor, vokalist çığlık çığlığa bağırıyor, live to kill, kill to live. İşte albümdeki favorim bu şarkı (ilk nakarat sonrasındaki soloya dikkat).

Vaktiyle hakkındaki herşeyi Cradle of Filth ile öğrendiğimiz Elizabeth Bathory, Coontess bathory ile tekrar karşımızda. Klavyeler ile dolu bir intro bekliyorsanız boş verin. Gayet groove bir hava ile açılan Countess bathory, sanırım Elizabeth'i puslu şatosundan çıkarıp sert bir rock bara sokmaya çalışıyor. Bence Elizabeth o barın en havalı kızı olur. Şarkı mı? Çok iyi.

Şaşırtıcı derecede etnik başlıyor The golden cup. Bu da Necrodeath'in deneysellikten ne kadar hoşlandığını tekrar gösteriyor bana. İşin güzel tarafı, en klişe deneysellik metodu olan iki farklı türü birleştirmekten ziyade adamlar, kendi icra ettikleri müzik içerisinde deneyselliğin yöntemlerini arıyorlar. İsminin başına black koyulduğuna bakmayın, bu adamlar o sıfata yarattıkları atmosfer ile sahipler. The golden cup'a geri dönersek, şarkı altı dakikalık süresinin ilk üç buçuk dakikasını etnik etkileri, yarı akustik ve düşük tempolu pasaj ile geçiriyor. Son iki dakika da elektro gitarlar konuşmaya başlıyor. Kapanışa doğru gelen güzel soloya dikkat etmenizi öneririm. 

Impaler prince, kazıklı voyvoda. Albümün sonuna bizi götüren oldukça geleneksel ve hızı ile albümün üst limitini arayan bir parça. Groove havası ile kazıklı voyvodanın da Elizabeth ile aynı barda çaka sattığını hissettiren başarılı bir şarkı. 

Ve işte muhteşem kapanış, V.T. 1476. Vlad'ın doğumu ile başlayan albüm, ölümü ile bitiyor. Bayan vokaller, elektronik davullar, tribal bir dans müziği gibi. Her hangi bir goth gruptan ya da vampir temalı black metal grubundan duysanız hiç şaşırmayacağınız bir parça. Ya da en azından gitarlar ve scream vokaller kendini gösterene kadar. O andan itibaren şarkı tamamen Necrodeath'e ait bir şarkı oluyor ve albüm dokunaklı melodiler ile vampir aşklarının asıl besini ona melankoli ile bitiyor. 

Son dönemde hızlı başladığımız 2007'nin hızına yetişebilen albümler dinlemek pek mümkün olmadı. Necrodeath uzun zamandır bilgisayarımda, müziklerin arasında çalıyordu. Bu albümü yazmak kadar dinlemek de zor oldu. Vaktiyle bu albüm yerine Tori Amos dinleseydim belki daha rahat hazmederdim bu albümü. Tabii konumuz benim hazım meselem ve abuk müzikal perhizim değil. Necrodeath'i thrash dinleyen herkezin sevebileceğini düşünüyorum. Black metal dinleyicisi ise eğer sadece epik ve senfonik örneklerden hoşlanıyorsa black metal adına, Necrodeath'de aradığını bulamayacaktır.

Hiç yorum yok: