30 Haziran 2008 Pazartesi

Naildown - Dreamcrusher (2007)


Günümüz Rock müziğine en çok emeği geçen ülkelerden birine gidiyoruz bir kez daha: Finlandiya'ya. Eğer şu anda Rock müziğin evi konumunda bir yer varsa burası kesinlikle Finlandiya. Rock tarihinin her döneminde, yeni müzik türlerinin ortaya çıkması iki ülkeyi karşı karşıya getirmiştir: İngiltere ve Amerika. Günümüz itibariyle artık İngiltere ve Amerika'dan çok Avrupa - Amerika ayrımı yapılıyor -ki bu bana da daha mantıklı geliyor. Avrupa'da İngiltere kalesi benim için sadece sembolik bir değer taşıyor. Finlandiya ise gerçekten ihtişamlı bir şato. (Yer yer samimiyetsizlik hissetsem de görmemezlikten geliyorum.)

Gelelim Naildown'a. Bir debut albüm kritiği daha yazmakta olduğumu sanıyordum ancak grubun resmi sitesine göre bu ikinci albüm ve bu albümden önnce, baya beğeni toplayan 2005 çıkışlı World Domination adlı bir albümleri var.

Öncelikle grubun kendi resmi sitesindeki bazı açıklamalardan bahsedelim. Tarzları için "Hybrid Metal" diye bir şey zırvalamışlar, buna kulak tıkayarak işe başlayabiliriz. Tarzlarının Opeth, In Flames ve Strapping Young Lad gruplarının bir sentezi olduğunu söylüyorlar. "Strapping Young ne?" dediğinizi duyar gibiyim çünkü bu Kanadalı grup ülkemizde pek tanınan bir grup olmamakla birlikte müzikal olarak melodik ve sert müzik yapan bir grup olduğunu söyleyebiliriz. Kuruluşu 94 olup, son dönemi In Flames çizgisine yakındır. Grubun kurucusu ise, adı her zaman gruptan daha ön plana çıkmış olan Devin Townsend'dir. (Hayır Devin Townsend'i anlatmayacağım, google sadece "free porn" yazmak için değildir, deneyebilirsiniz.) Grubun kendisini yakın bulduğu In Flames ve Strapping Young Lad saptamalarına katılıyorum ancak Opeth diyince bir dur orada diyorum. Hayır Opeth'le hiçbir ilişkisi yok. Çok zorlarsanız birşeyler bulabilirsiniz belki ama ben yanından bile geçemedim.

Grup albümün sesi için çok emek harcamış. Kayıtlar Sound Supreme Stüdyosunda, miks Hansen stüdyosunda ve mastering Finnvox stüdyosunda yapılmış.Finlandiya'dan tanıdığımız pek çok grubun masteringi bu stüdyoda tamamlanıyor, daha önceki kritik yazılarımızda da değindiğimiz gibi. Him, Nightwish, Moonsorrow gibi. Albümün kaydıyla ilgili kulağınızı rahatsız edeck herhangi bir detay bulmanız zor o yüzden. Günümüz müzik sektörü içinde, yaptığı işe özenen grupların artık kötü kayıtlarla karşımıza çıkma ihtimali neredeyse yok denecek kadar az. (Almanya hariç. Nasıl beceriyorlar bilemiyorum, bu ülkeden hala başarısız kayıtlar çıkabiliyor. Alman müzik endüstirisinin arkasında vaktiyle oraya göç etmiş Türkler'in olduğuna dair derin şüphelerim var.)

Şarkıları irdelemeden önce, Naildown'ın tarzına genel bir bakış atarsak, karşımızda melodik yapıyı yer yer kesik ve sert gitar rifleriyle süsleyen bir grup olduğunu söyleyebiliriz. Melodik death temelli ama yer yer klasik heavy modeline sadık, yer yer de thrash özellikleri gösteren bir grup. Aslına bakarsanız bir noktada şaşırdığımı söylemeliyim. O nokta şu ki, bu grubun kullandığı atraksiyonların yarısını kullanan gruplar bile tarzlarının progresif olarak adlandırılmasını tercih ediyorlar ancak Naildown bu yolu seçmemiş. Takdir ettim. Eğer Opeth gibi müzik yapıyoruz demeseler daha da takdir edecektim.

Gelelim şarkılara.

Albümde kesinlikle üstünde durulması gereken bir şarkı var. Bu albümü almasanız bile, bu şarkıyı mutlaka dinlemenizi tavsiye ediyorum. Bahsettiğim şarkı açılış şarkısı olan Dreamcrusher. Bu şarkının özel olmasının sebepleri:

1-Şarkı son derece gaz başlıyor. Bol hırıltılı bir çığlık-brütal vokal arası girişle hızlı gitar rifleri karşılıyor sizi. Ancak işin asıl ilginç kısmı, bu giriş, şarkı süresi başladıktan yaklaşık beş saniye sonra başlıyor. Yani ilk beş saniye sessizlik hüküm sürüyor. Nedenini bilemiyorum ancak eğer bu benim inanmak istediğim şekliyle albümü dinleyenler ses gelmiyor diye sesi köklesinler diye yapılmışsa gerçekten hoş bir numara.

2-Şarkının köprü kısmında ve nakaratında sizi yakalayan temiz vokaller, bence inanılmaz bir şekilde tarzın dışında.Bu vokal tekniği tam olarak Soundgarden-Pearl Jam etkili grunge günlerine götürdü beni ve ben kesinlikle melodik death kulvarında olan şarkıdaki bu vokal numarasına bayıldım.

3-Gelelim en önemli sebebe. Dreamcrusher 2 dakika 50 saniye çizgisine kadar olan haliyle de gerçekten çok iyi bir şarkı ancak bu noktada grubun yaptığı numara bu şarkıyı özellikle müzisyenlerin dinlemesi gerekli bir hale getiriyor. Zamanın 2.50'yi gösterdiği noktada, alışıldık bir geçiş numarası başlıyor. Gitar hariç tüm enstrümanlar susuyor. Ritm Gitar taramalarla süslü güzel bir rif çalarken, ikinci tekrarda aynı rif çift gitar tarafından çalınıyor. Sonuç olarak da üçüncü tekrarda biliyorsunuz ki bateri ve bas bu rife eklenecek, iki tekrar da onlar yapacak. İşte Naildown bunu yapmıyor! 3. tekrarda, alışıldık düzenlemeler yüzünden kulaklarınızın duymayı beklediği şeyi bir ölçü sarkıtarak yapıyor. Yani elinizi hoparlöre uzatıp şimdi diyorsunuz bateri girsin diye ama bu beklentiniz gerçekleşmiyor. Tam yüzünüzde eblek bir ifadeyle nasıl ya ben şimdi fake mi yedim dediğiniz anda, vokalist "Go!" diyor ve bir mezur geç olarak bateri müzikle bütünleşiyor. Şimdi, bu şarkının anlatımı böyle, ancak ne dediğimi tam olarak anlamanız için şarkıyı dinlemeniz gerekiyor. Aksaklık ve küçük sürprizler müzikal anlamda ilginizi çekiyorsa bu numarayı seveceğinizden eminim. Ben ilk dinlediğim üç dört seferde, vokal ne zaman go dese, enseme şaplak yemiş hissine kapıldım ki bunu herkese tavsiye ediyorum.

İlk şarkı biter bitmez tamam demiştim harika bir grupla karşı karşıyayım. Ancak şunu söyleyeyim, malesef ki bu şarkı kadar sürprizli ve başarılı başka şarkı albümde yok. Diğer şarkılar içinde de gerçekten çok iyi şarkılar var ama, İlk şarkı kesinlike onlardan çok ötelerde.

İkinci şarkı olan Judgement Ride, Dreamcrusher'ı iyi tamamlıyor ancak girişinde barındırdığı Stratovarius tarzı klavyeleri ben hiç ama hiç sevmedim. Bana sanki şarkıya zorla monte edilmiş gibi geldi. Bu şarkıda baterist size ilk defa göz kırpıyor ve diyor ki bakın ben tekniği çok sağlam bir adamım ve eğer istersem gerçekten çok hızlı çalabilirim diyor. Judgement Ride, kesinlikle pek çok grup için albüm kurtarabilecek bir şarkı. Vokallerin rengi benzemese de yazım tarzı, kesinlikle In flames tarzı.Fazlasıyla melodik olması bir bakımdan artısı ancak ben Dreamcrusher'a aşık olduğumdan bu şarkıyla öyle deli bir bağlantı kuramıyorum.

Üçüncü şarkı Lame, baterinin twin pedal numaralarıyla başlıyor. Bir önceki şarkıdaki mesaja devam eden baterist ben geri planda duracak adam değilim diyor. Bu noktada grubun resmi sitesine bir daha göz atarsanız, grup kadrosunun yazıldığı kısımlarda bateristin adının en üstte yazıldığını görürüsünüz. (Janne Kukarainen) Bateri grubun müziğinde lider konumda olmakla kalmamış, baterist de grup içinde lider konumuna gelmiş demek bu noktada yanlış olmayacaktır diye düşünüyorum. Üstelik bateri müzikte ön plana çıksa da, bunu saçmalıklarla yapmamış. Yani müziğin içinde armoniyi bozduğu hiçbir nokta yok ve Janne liderlik görevini başarıyla yürütüyor diyebiliriz. Lame'le ilgili bir dip not olarak, bu şarkının girişindeki vokalli kısmı birilerine dinletirken rahatlıkla bak In Flames'in yeni şarkısı diyebilirsiniz çünkü gerçekten yeni dönem In Flames'e bu sefer vokalin rengi de dahil olmak üzere herşeyiyle benziyor.

P.I.B isimli üçüncü şarkı yine baterisiyle akılda kalıyor çünkü bu sefer Janne gerçekten hız yapıyor. Thrash severler, baterist girişteki numaralarını çektikten sonra başlayan gitar rifini seveceklerdir çünkü bu rif tam olarak eski dönem Slayer rifi. Bana kalırsa bu şarkı ileride biraz saçmalıyor çünkü pek çok gereksiz numarayla tarzlar arası bir geçiş şarkısına dönüyor. Vokal performansını başarısız bulduğumu bir şarkı. Vokal fazlasıyla Children of Bodom kokuyor, beni bu rahatsız etti, sizi etmeyebilir.

Beşinci şarkı olan Silent Fall kendisinden önceki iki şarkı gibi bateri ile başlıyor. Beni bu numaralar rahatsız etmedi, sizi de rahatsız edeceğini zannetmiyorum. Kesik gitar yapısıyla Pantera'yı anımsatan bir şarkı.

Silent Fall'u takip eden Like I'd Care, adı sayesinde daha albümü ilk edindiğimde bile dikkatimi çekmişti. Konusu da hoşuma gitti. Albümün melodisi en rahat akılda kalan şarkılarından biri diyebilirim. Tarz olarak yine pek çok alana girip çıkan şarkının en yakın olduğu tarz klasik heavy metal diyebiliriz. Hatta Helloween etkisi görmek mümkün. Ancak bu tarzlar arası gidiş gelişlerin dengesi hemen hemen tüm şarkılarda belli bir düzenle ilerlediğinden, Naildown kendine ait bir ses yakalamaya yakın diyebiliriz. Yakalamış diyemiyoruz çünkü bazen işin dozunu kaçırıp işi fazla allak bullak ediyorlar.

Deep Under the Stone isimli şarkı albümün en uzun şarkısı ve enstrümantal bir şarkı. İlk dinlediğimde albümde en gereksiz ve en sıkıcı bulduğum şarkıydı. Dream Theater tarzı bir iki numarası ve benim hiç ama hiç sevmediğim klavye gösterileri var diye yorumlamıştım. (Bu şarkının lider klavye tonu, albümün geneline hakim ve her duyduğum noktada, bu grup klavye olmadan bence daha iyi olacaktır dememe yol açtı.) Daha sonra farkettim ki benim sevmediğim kısmı şarkının ilk üç dakikalık kısmı ve sonunda tekrarlanan, baştakinin aynısı rifler. Yani şarkının içeriğinde güzel şeyler de var aslında ama herşey üstüste konunca pek başarılı bir şey çıkmamış ortaya. Benim bu şarkıyı sevmememin en temel nedeninin, şarkının pek çok kısmını son derece klişe bulmam olduğunu söyleyeyim. Yani bu tip kaygısı olmayanlar, ya da çok klavyeli progresif şeyleri bugüne kadar yoğun olarak dinlememiş olanlar bu şarkıyı çok sevebilirler.

Sondan bir önceki şarkı Save Your Breath kötü olmayan ama fazla da birşey vermeyen, sanki albümde süre doldurmak için kaydedilmiş hissine kapıldığım bir şarkı.

Malesef ki son şarkı olan The New Wave'den de çok fazla tat alamadım. Nakarat kısmı çok güzel olan bir şarkı ancak, kendi içinde beni çok rahatsız eden bir sorunu var. Bu şarkıda klavyeciyi dövmek istiyorum, çünkü ne zaman müziğe bulaşsa şarkıyı resmen yavşatıyor. Sonundaki gitar solosu albümün en iyi solosu olmasına rağmen klavyenin girdiği yerlere gıcık olduğumdan, ister istemez başarısız bulduğum bir şarkı oldu. Başarısız demek için tereddüt ettiysem bile, şarkıdaki klavye solosu bu tereddütü aldı götürdü.

Son olarak bu grubu ister istemez bir süre önce kritiğini yazmış olduğum diğer bir Finlandiyalı Melodik Death grubu Kill the Romance'le kıyaslamak istiyorum. Kill the Romance albüm olarak bakıldığında çok daha muntazam bir iş çıkarmış. Akıcılık olarak da Naildown albümünden bir adım ötede. Sonuç olarak genel anlamda Kill the Romance kesinlikle Naildown'a üstün geliyor ancak, Naildown'ın Dreamcrusher isimli şarkısı Kill the Romance'in tüm şarkılarını teke tekte döver. Evet, biraz benim babam mı döver senin baban mı zihniyeti oluştuğunun farkındayım. En iyisi siz karar verin hangisi daha baba.

Açılış şarkısına 10 üzerinden 11 verdim. Albüm geneliyse 10 üzerinden 7,5 alır.

Hiç yorum yok: